Bu köşeyi izleyenler veya en azından “Savunmanın Son Çaresi: Gülmek” başlıklı kitabımı* okumuş olanlar, kitleleri Yahudi düşmanlığına sürükleyen dört ana neden veya “gerekçe”den söz ettiğimi bilirler… Bunları kısaca şöyle toparlayalım:
1. Dinî gerekçelere dayanan antisemitizm, özellikle Hristiyanlıktan kaynaklanır ve Yahudilerin İsa’yı çarmıha germiş olduklarını savlar – ancak bu olgu, 20. Yüzyıl tarihçileri tarafınca hiçbir şekilde doğrulanmamıştır... Ne var ki bu yaygın kanı, İsa’nın ölüm günü sayılan Paskalya öncesi cuma günlerinde, en başta Orta Çağ’da, ardından da özellikle Çarlık Rusya ile Polonya’da Yahudi karşıtı yıkıcı/kıyıcı, irili/ufaklı pogromlara yol açmıştı.
2. Irkçı/faşist gerekçelere dayanan ve zirvesine hiç kuşkusuz Nazi döneminde ulaşmış olan antisemit akım, “soykırım” sözcüğünün doğmasına yol açmış sapık bir ideoloji olup, nicelik (altı milyon insan!) ve nitelik (en ekonomik biçimde / en kısa sürede en çok kişiyi aynı anda öldürebilmek dürtüsü!) açısından dünya tarihinde bir yegânelik oluşturur... Öte yandan, tarihten ders almamış kimi Neonazi gruplar birkaç Avrupa ülkesinde, ayrıca ABD’nin de bazı bölgelerinde aynı düşünceleri besleyip yaymaya çalışmaktadır.
3. Sıradan gerekçeler olarak tanımladığımız diğer türlü-çeşitli nedenlere dayanan antisemitizm ise, en başta ekonomik ve adi kıskançlık dürtülerinden kaynaklanır: “Yahudi komşum başarılı ve varlıklıdır – ya ben..?” veya dahası: “Moşe’nin dükkânı müşterilerle dolup taşıyor, bana ise uğrayan yok – oraya bir kibrit mi çaksam?”
4. Anti-Siyonizm gerekçesi, İsrail Devleti’ni yermekten öte, varlığını sorgulayıp inkâr etmeye çalışanlar, İsrailli ve Yahudi kavramlarını bir tutarak, “çağdaş” olarak tanımlayabileceğimiz bir antisemitizme neden olur... Siyasi olan bu dürtü böylece toplumsal bir boyut kazanmış, bu yoldan da küresel terörizme yol açarak dünya barışını tehdit edecek düzeye varmıştır…
Yıllar geçtikçe, çağdaş ortamımızda antisemitizme yeni bir neden(!) daha belirmiş oluyor – ve onu “öykünme gerekçesi” olarak adlandırmak istiyorum. Bu “felsefeye” takılan üç başkahramanın ilki, Yahudi düşmanlığını iç siyaset aracı için kullanan popülist liderler; diğeri sözde “insanlık” ve “serbest ifade” için didinen kurumlarıyla yöneticileri, üçüncüsü ise aynı amaçları güden kimi medya kuruluşlarıdır.
Tüm bu “fırsatçıların” saman altından (veya da üstünden!) yürüttükleri eylemleri aktarabilmek için köşemizin çerçesi dar kalır – burada sadece ikinci gruba giren ABD üniversitelerindeki son hafta gelişmelerine kısaca değinmek isterim…
Pensilvanya Eyalet Üniversitesi (UPenn) Başkanı Elisabeth Magill’in, kurum sponsorlarının tüm uyarılarına kulak vermeyerek, geçtiğimiz Eylül ayında yerleşkesinde bir “Filistin Yazını Festivali” düzenlenmesine izin vermesi üzerine, oradaki intifada haykırmalarıyla Holokost’a göndermelerine olunamamıştı… Benzer çağrılara, taşkınlıklara ve Yahudi öğrencilere sataşmalara yer veren dünya çapındaki Harvard, Massachusetts Institute of Technology (MIT) ve Pennsylvania üniversitelerinin başkanları, bunun üzerine geçen hafta ABD Kongresi’nde bir soruşturmaya çağrıldı. Cumhuriyetçi New York Kongre üyesi Elise Stefanik her üç başkana aynı soruyu yöneltti: "Yahudilere soykırım çağrısı yapmak, [üniversitenizin] zorbalık ve tacizle ilgili davranış kurallarını ihlal ediyor mu?” Direkt bir yanıt da alamayınca, “Evet mi hayır mı?" diye sormayı yeğledi. Bayan Magill ile MIT ve Harvard'daki meslektaşları ise –sanki sözleşmişçesine!– bunun "bağlam" (“context”) ile ilgili olacağını defalarca söylediler. Sonuçta, Yahudilere yönelik soykırım çağrılarını açıkça kınamadıkları için gerek Kongre gerek kamuoyu tarafından ağır biçimde eleştirildiler (ilgi duyan okurlarımız, bu soruşturmanın bir bölümüyle istifa gerekçesini şu link’ten izleyebilirler: Elizabeth Magill: UPenn president quits in antisemitism row - BBC News ). Bunun üzerine birkaç gün geçmeden, Harvard Başkanı Claudine Gay ve UPenn’deki meslektaşı, sözlerini açıktan açığa şu biçimde geri aldılar: “Yanlış anlaşıldık. Düşünceler özgürdür, ancak sonuçları olmadan da değildir.” Bunun üzerinden bir gün geçmeden, UPenn Başkanı Magill görevinden çekildi – Harvard ve/veya MIT’deki meslektaşları da belki bu satırlar yayımlanana dek koltuklarını boşaltmış olacaklardır…
Yazımı bir nükte ile sonlandırayım: Berkeley Üniversitesi'nden siyaset bilimcisi Ron E. Hassner, birçok ABD kolejlerinde haykırılan, çok popüler olmuş bir cümlenin ne ile ilgili olduğunu bilinip bilinmediğine dair küçük bir anket düzenledi… Bunun sonuçlarını aktardığı 5 Aralık 2023 tarihli Wall Street Journal’daki “Hangi nehirden hangi denize?” başlıklı makalesinin özet sonuçları ise şöyleydi: 250 Amerikalı öğrencinin büyük bir çoğunluğu, yüzde 86'sı bu savsözü onayladı. Ancak yalnızca yarısı, nehri ve denizi adlandırabiliyordu! Cevaplar Nil, Fırat, Karayipler, Atlantik ve Ölü Deniz'i içeriyordu. Yalnızca dörtte biri Yaser Arafat'ı tanıyordu ve yüzde 10'u onun İsrail'in ilk başbakanı olduğunu düşünüyordu. Nehir, kara ve deniz hakkında temel bilgiler verilen öğrencilerin üçte ikisi, bunun üzerine bu tümceye verdikleri desteği geri çekti!
+++
*(kısa bir reklam olarak!) : https://www.arkeolojisanat.com/shop/urun/savunmanin-son-caresi-gulmek-askenaz-mizahinda-gezintiler_11_6625.html
Comments