“2001 yılında Güney Afrika Durban'daki Irkçılıkla Mücadele Konferansı, antisyonizmin Yahudilerin şeytanlaştırılmasında nasıl yol açtığını göstermişti. Konferansta, aralarında Human Rights Watch ve Amnesty International gibi kendilerini ırkçılığa karşı olarak tanımlayan uluslararası örgütler Yahudi katılımcıların konuşmalarının engellenmesine, kanca burunlu ve kanlı ellerle resmedilen Yahudi posterlerine ve Siyonizmin, Nazizm ile eşdeğer tutulmasına ses çıkarmadılar. Konferansta Siyon Liderlerinin Protokolleri kitapları dağıtıldı ve Hitler'in fotoğrafını taşıyan, “Kazansaydım ne olurdu?” başlıklı flyerler dağıtıldı. Yahudi katılımcıların güvenliği tehdit edildi. İsrail'in şeytanlaştırılmasıyla başlayan süreç, hızla tüm dünyanın Yahudilerinin" şeytanlaştırılmasına dönüştü; Yahudiler, "bu kötü rejimin suç ortakları" oldular. Konferansın sonunda, şeytanlaştırma kişiselleşti. İnsan hakları aktivistleri, Yahudi meslektaşlarının Yahudi olmalarının "ırkçılığa karşı sürdürülen savaşı utandırdığını” dile getirdiler.”
Londra modern Antisemitizm merkezinde bir araştırmacı olan İzabella Tabarovsky’nin Sovyetler Birliğinin yarattığı Antisemizmi inceleyen çalışmasının girişinden özetlediğim bu sözler sanki dünyada bu sene yaşananların 20 sene önceki genel provası: Bilhassa batı dünyasında aynı 23 sene önce gibi sözde İsrail'e karşı protestolar hızla antisemitizme dönüştü. Sosyal medyada ve üniversite kampüslerinde, Yahudilere yönelik nefret söylemleri ve fiziksel saldırılar arttı. Sinagoglarda grafitiler, kaşer gıda satan dükkanlara ve Yahudi görünümlü insanlara saldırılara kadar gitti.
Kimdir bu antisemitler? Neden böyle düşünüp böyle hareket ederler?
Son zamanlarda okuduğum iki kitabın konusu doğrudan antisemitizm olmasa da toplumların bu hastalığa nasıl yakalandıkları konusuna bir ışık tutuyor.
Gustave Le Bon, 19.- 20. yüzyılda Fransa’da yaşayan ve kitle psikolojisi biliminin kurucusu olarak kabul edilir. Eski Yunan, diğer antik medeniyetler, ve bilhassa Fransız ihtilaline dayanan gözlemleri ile onlardan çıkardığı bulguların Hitler, Mussolini gibi karanlık diktatörler tarafından propaganda için uyguladıkları ve Freud’un araştırmalarını da etkilediği söylenir.
Le Bon’un 1895’te yayınlanan Kitleler Psikolojisi adlı eseri, bireylerin gruplar veya topluluklar içinde nasıl davrandıklarını inceliyor. Le Bon, kitlelerin içindeki insanların bireyselliklerini ve mantıklarını kaybetme eğiliminde oldukları teorisini ilk ileri süren düşünürdür.
Eric Hoffer, Le Bon’dan az sonra yaşamış kitle hareketleri ve fanatik ideolojiler üzerine derinlemesine analizler yapan Amerikan filozofudur. En tanınan eseri 1951’de yayınlanan “Kesin İnançlılar” kitabıdır. Bu kitapta, kesin inançlara kimlerin ve nasıl kapıldıklarını (Huzursuzlar ve kayıplar) ve bu inançların onları bağımsız düşünceden nasıl uzaklaştırdığını inceler.
Çalışmalarını günümüzden 70 – 125 sene önce yapmış olan Le Bon’un ve Hoffer’in düşüncelerini birleştirerek, antisemitizmin toplumsal bir olgu olarak nasıl ortaya çıktığını ve hızla yayıldığını anlayabiliriz. Le Bon’un kitle psikolojisi, antisemitizmin kitleler arasında neden bu kadar hızlı yayıldığını ve güçlü bir etkiye sahip olduğunu açıklar. Kitlelerin duygusal tepkilere dayanarak hareket etmesi, antisemitizmi popüler yapar. Öte yandan, Hoffer’in incelemeleri, antisemitizmin bir ideoloji olarak neden bu kadar dirençli olduğunu açıklar.
Le Bon'un kitlelerin psikolojisi üzerine yaptığı çalışmalar, antisemitizmin yayılma mekanizmalarını anlamak için geçerli bir temel oluşturur: Kitlelerde kolektif bir bilinç oluşur ve bu bilinç, liderler tarafından yönlendirilebilir. Nitekim antisemitizm, tarihte farklı dönemde, kitlelerin bu zayıflıklarından beslenene bir ideolojidir. Kitleler, bireylerin sahip olduğu mantıksal düşünmeden yoksun olduklarından, antisemitizmin propagandası kolaylıkla yayılabilir ve kişiler tarafından çabukça benimsenir.
Hoffer’in kesin inançlıların doğaları hakkındaki gözlemleri ise, antisemitizmin neden bu kadar kalıcı ve güçlü bir ideoloji olduğunu anlatır. Ona göre kesin inançlı olma eğilimi olanlar, kendinden memnuniyetsiz olanlar, dışlanmış hissedenler, toplumsal ve ekonomik dezavantajlı olanlar, “kendini arayanlar” (gençler öğrenciler, manevi bir boşluk hissedenler) dır. Bir toplumsal harekete veya inanca bağlanınca da kendilerini tamamen adarlar, onunla özdeşirler. Bu his onları antisemitizm gibi ideolojilere derinlemesine bağlayabilir. Kendilerini bu tür bir ortak kimliğe ait hissettiklerinde, bu kimliğin davranış ve inançlarını sorgulamadan kabul ederler. Antisemitizm, belirli bir grup insanı dışlamak, onları “öteki” olarak görmek ve bu şekilde kendi kimliklerini güçlendirmek isteyenlere çok cazip gelir.
Diğer bir çalışmasında Hoffer ise Antisemitizmi doğrudan doğruya birey ve kitlelerdeki huzursuzluğun yansıması olarak görür. İnsanların kendi başarısızlıklarını ve hayal kırıklıklarının sorumluluğunu bir günah keçisi yaratarak başkalarına, özellikle Yahudilere yansıtmaya yatkın olduklarını iler sürer. Antisemitizmi bütün totaliter rejimlerin bir aracı haline getiren tam da budur.
Sonuç olarak, Le Bon’un kitle psikolojisi ve Hoffer’in kesin inançlılar teorisi, antisemitizmin tarihsel olarak neden hızla yayıldığını açıklıyor: Kitlelerin irrasyonel doğası, antisemitizmin hızla yayılmasına yol açarken, kesin inançlıların bu ideolojiyi benimsemesi, antisemitizmin gücünü ve devamlılığını sağlıyor.
Bu iki teorinden anladığımız, antisemitizmin sadece kişisel bir önyargı olmadığı, aynı zamanda güçlü bir toplumsal ve psikolojik olay olduğudur.
Kaynaklar:
İzabella Tabarovsky Demonization Blueprints: Soviet Conspiracist Antizionism in Contemporary Left-Wing Discourse
Gustave Le Bon: The Crowd – A study of the popular mind 1895
Eric Hoffer: True Believer 1951
Her zamanki ChatGPT sohbetleri
İsak DUENYAS
Kommentare