Nelly Barokas
Yazar Amin Maalouf, SEMERKANT romanının girişinde Edgar Allan Poe’dan (1809-1849) bir alıntıya yer vermiş:
“Ve şimdi gezdir gözlerini Semerkant’ın üzerinde! Değil mi ki o yeryüzünün ecesi?
Alıp tüm diğer kentlerin yazgı iplerini ellerine, çıkmamış mı hepsinin üstüne o mağrur?”
Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf’un yazdığı tarih ve dram türündeki romanı ‘Semerkant’ yeni değil… Yazarın üçüncü eseri olan ‘Semerkant’ın ilk Türkçe baskısı 1993 tarihli. Oysa ben bu eseri yıllar sonra, ancak 101. baskısından okuma fırsatını buldum.
1949 Lübnan doğumlu Amin Maalouf 1976’dan beri Paris’te yaşıyor. Farklı etnik kökenden gelen insanların yaşamlarını, tarihi gerçeklerle bir araya getiren Maalouf'un ‘Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri ‘(Les Croisades vues par les Arabes) yayımlandığında tüm dünyanın ilgisini çekti.
1986 yılında yayımlanan ‘Afrikalı Leo’ (Léon L’Africain) ise milyonlarca kişiye ulaştı. Yazar, dünyanın birçok yerinde ses getiren bu romanı sayesinde, Fransız-Arap Dostluk Ödülü'ne layık bulundu.
1988 yılında yayımlanan ‘Semerkant’ın (Samarcande) ardından, 1993 yılında tamamlanan ‘Tanios Kayası ‘(Le Rocher de Tanios) ile Maalouf, Goncourt Ödülünü kazandı.
‘Yüzüncü Ad’, ‘Doğu'dan Uzakta’, ‘Beatrice'ten Sonra Birinci Yüzyıl’ adlı romanları da büyük ilgiyle okunan eserler arasında yer aldı. Ayrıca yazar, romanları dışında ‘Ölümcül Kimlikler’, ‘Çivisi Çıkmış Dünya’ adlı deneme kitapları ve ‘Uzaktan Aşk’ adlı libretto ile de okuyucuları ile buluştu.
Amin Maalouf 2011 yılında Fransız Akademisi’ne (Académie Française) seçildi. 2019 yılında kaleme aldığı ‘Uygarlıkların Batışı’ (Les Naufrages des civilisations) Fransa’da Prix Aujourd’hui Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü.
Romanlarında Orta Doğu, Afrika ve Akdeniz bölgelerini yalın ve akıcı dili, sürükleyici kurgusu ve kendine özgü anlatımı ile okurları ile buluşturan Amin Maalouf , ‘Semerkant’ta iç içe geçen iki konuyu masalsı bir üslupla anlatıyor.
Yapıt, İranlı şair ve gökbilimci Ömer Hayyam'ın Rubaiyat adlı elyazması eserinin 1072 yılında Semerkant'ta başlayan ve 1912'de Titanic'te biten hikâyesini ele alıyor. Bir elyazmasının yazılışının ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İran'ın tarihinin de okunuşunun öyküsü...
Yazar, kitabında tüm olanları Benjamin adlı karakterin kendi anlatısıyla aktarıyor ve tarihe damgasını vuran üç önemli kişiyi (Ömer Hayyam, Nizamülmülk ve Hasan Sabbah) ve 20. yüzyıl başlarında İran’da gerçekleşen modernleşme çabalarını bu romanın esas teması olarak oluşturuyor. Ömer Hayyam'ın Cihan adlı kadın şairle yaşadığı aşk ve Benjamin ile Şirin adlı kadın arasında geçen duygusal yakınlaşmalar, yine yazar Maalouf'un usta kalemiyle tüm olaylar arasında eritilerek sunuluyor.
Semerkant, Ömer Hayyam'ın yaşamı ve Benjamin'in Ömer Hayyam'ı anlama macerasını anlatıyor. İki farklı hayatı bir araya getiren romanda Benjamin ve Şirin, Ömer Hayyam'ın rubailerine ulaşmaya ve hayatına dokunmaya çalışıyor.
Öykü, Selçuklu Devleti'nin veziri Nizamülmülk ile tanışmak için yola çıkan Ömer Hayyam'ın yolculuğu sırasında Hasan Sabbah'la tanışması ile devam ediyor. Vezirin kendisine yaptığı casusluk teklifini kabul etmeyen Hayyam, bu görev için Hasan Sabbah'ı öneriyor. Ancak vezirin teklifini kendi çıkarı için kullanan Sabbah, Sultan Melikşah tarafından sürgün ediliyor. Hasan Sabbah, sürgünden kurtularak Acem halkını çıkarları için kışkırtmaya başlıyor ve böylece kendine inanan kişileri başkalarını öldürmeye programlı fedailer haline getiriyor. Hayyam, hayatı boyunca bu olanlardan büyük huzursuzluk duyuyor.
Hayyam'ın "Rubaiyat" adını verdiği el yazmaları, belli bir zaman sonra tekrar ortaya çıkıyor ve Ömer Hayyam hayranı bir ailenin çocuğu olan Benjamin'in dikkatini çekiyor. Doğduğunda ailesinin ikinci isim olarak kendisine Omar adını verdiği Benjamin, Rubaiyat'ın peşine düşüyor. Benjamin, önce İstanbul'a, buradan da İran'a gidiyor ve İran'da Şah'ın torunu Şirin'e âşık olarak arayışına Şirin'le birlikte devam ediyor. Sonunda Rubailere ulaşan kahramanlar, Amerika'ya geçmek için Titanic'e biniyor.
Sonuç olarak Maalouf; 1900’lerde Tebriz’deki durumu incelerken İran’daki direnişe ve yenilikçilerin vermiş oldukları uğraşlara dikkat çekiyor. 20. yüzyıl başlarında İran’da gerçekleşen modernleşme çabalarını iyi anlamak ve farklı bir bakış açısıyla değerlendirebilmek için, bu kitaptan öğrenilecek ve dersler çıkarılacak önemli tarihi ve siyasi olaylar bulunduğunu düşünüyorum.
Semerkant romanının 11. ve 12. yüzyıllarda, Ömer Hayyam ve Rubaiyat’ı konu edinen ve masalsı anlatımı ile beni içine çeken birinci bölümünü büyük bir zevk ve ilgiyle okuduğumu, 19. yüzyıl 20.yüzyıl başlarında Benjamin’in Rubaiyat’a ulaşma serüvenini takip eden ikinci bölümden nedense aynı hazzı almadığımın altını çizmek istiyorum.
Tiyatro yazarı, editör, çevirmen Ali Berktay’ın mükemmel çevirisi ile Semerkant kitabı, okuru İran’ın iki farklı tarihi döneminde Tebriz, İsfahan, Semerkant, Merv, Nişabur gibi çeşitli kentlerinde, Alamut Kalesinde uzun bir serüvene çıkarıyor.
Amin Maalouf, Semerkant’ın “Denizde bir şair” başlıklı final bölümüne Ömer Hayyam’ın (Selahattin Eyüboğlu’nun çevirisi) şu dizeleri ile başlamış:
“Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:
Kuklacı Felek Usta, kuklalar da biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer;
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.”
*****
● Amin Maalouf: Semerkant; çev. Ali Berktay; Yapı Kredi Yayınları, 1993 (101.Baskı: 2022), 318 sayfa
*****
Bir sonraki yazı: 29 Mart 2023
Comments