Uzun yıllardır tanırım. Birçok projeye imza attı. Her biri birbirinden değerli. Tarih ilgi alanı, coğrafya kader, edebiyat hobi derken her biri ile ayrı ayrı ilgilendi. Alberto Modiano ile sohbetimize hoş geldiniz.
FERİDE PETİLON
Alberto Modiano kimdir? Seni senden duymak isteriz?
17 yıldır muhasebe müdür yardımcılığı yaparken, beklenmedik bir zamanda işsiz kaldım. 41 yıldır ilgilendiğim fotoğrafçılık uğraşım profesyonel hayata dönüştü. 41 yıllık sürecin 20 yılı fotoğraf tarihi araştırmaları ile geçti. 2011’den bu yana belgesel fotoğrafla ilgilenmeyi tercih ettim. 13 yıl bir kurumda düğün fotoğrafçılığı yaptım. Sonrasında gene aynı filmi gördüm ve düğün fotoğrafçılığı serüveni bitti. Bir tesadüf eseri olarak, annemin bir arkadaşı bana kocasının çektiği filmleri hediye etti. Bu sefer hayat arkadaşımın da teşvik etmesi ile 58 yaşında üniversiteye girdim ve sinema bölümünden mezun oldum. Şu anda Türk Musevileri müzesinin arşiv müdürüyüm. Ayrıca fotoğraf projelerim, belgesel filmlerim ve resim çalışmalarımla hayata tutunmaya devam ediyorum.
Bir fotoğraf sanatçısısın, aynı zamanda belgeseller yapıyorsun. İkisi arasındaki bağ nedir?
Ben aslında sanatçı değilim. Ama belgesel fotoğrafçıyım. Bu jargon fotoğraf dünyasında çok tartışmalı bir konudur. Ben fotoğrafı farklı boyutlarda kullanan biri değilim. Bunu yapanlar sanatçılardır. Ben fotoğrafı bir belge aracı olarak görüyorum. Usta Ara Güler’in dediği gibi çağın tanığıyım. Bugün geriye baktığımda çekemediğim birçok fotoğraf karesi için içimde bir eksiklik hissederim. Dünyamız çok hızlı değişiyor. Bugün var olan yarın yok. Fotoğraf bunun tek tanıklarından sadece bir tanesi.
Rahmetli Mario Levi ile bir dirsek temasın oldu. Edebiyat ile olan ilgin nedir?
2005 yılında onun atölyelerinden birine katıldım. Sonunda eski bir Büyükadalı olarak anılarımı ele aldığım “Büyükada Arkamdan Bakar” isimli kitabımı anı biyografi tarzında yazdım. Bir yayınevi yazdığım öykülerimle ilgilendi. Bu öyküler yakın tarihimizde azınlıkların yaşadığı gerçek ve ilginç olaylarla ilgili. Çalıştığım müzede bir fotoğraf albümü ile karşı karşıya geldim. Sahibi belli olmayan bu fotoğraf albümü için şu anda bir Yahudi kızın romanını yazma serüveni içindeyim.
Alberto Modiano Kemal Kılıçtaroğlu'ndan ödülünü alırken-Şalom
Son olarak yaptığın ve içinde olmaktan gurur duyduğum 100 Yahudi Yüz sergisinin yolculuğunu anlatır mısın?
Yukarıda anlattığım gibi belgesel fotoğrafın kalıcı gücüne inanıyorum. Bu projeyi “zaman ve mekân için Musevilik” çalışmam bittikten sonra düşünmüştüm. Arada geçirdiğim zor yıllarım dolayısı ile bu proje biraz gecikti. Bu gecikme ile fotoğrafçılığımın 40. Yılını, 133 sanatçı aydın ve yazarın bir arada olduğu güzel bir birliktelikle taçlandırdığıma inanıyorum. Bundan çok keyif aldım. Bu çalışmamda aynı zamanda şöyle düşüncem de vardı; Biz Museviler sadece tüccar değiliz, aynı zamanda çok iyi de sanatçıyız.
100 Yahudi Yüz Serisi’nden (Şalom-Dergi)
Sadece Yahudi cemaati ile ilgili çalışmalar yapmadın, Heybeliada Ruhban Okulu, Büyükada Belgeseli gibi çalışmaların da var. Konularını hep tarihe damga vuran yerlerden alıyorsun. Tarih ile ilgin nedir?
Bir yandan sinema okurken, bir yandan da Bilgi Üniversitesinde Türkiye kültürleri ve sözlü tarih programına katıldım. Sözlü tarihin önemini burada çok yakından kavradım. İnsan hikayelerine odaklanmak çok hoşuma gidiyor. Zaten daha önceden arkadaşım ve dostum, güzel insan Karen Şarhon sayesinde Centropa’nın çalışmasında güzel yaşam öykülerine tanık oldum. Bence sözlü tarih çok heyecanlı, küçük toplumların çok renkli kültürlerini daha yakından tanıyorsunuz.
Ayrıca bundan sekiz yıl önce bir dostumuz ile birlikte, üç semavi dinin ritüellerinin bir arada tanıtılmasını istediğimiz bir sergi hazırlığı içine girdik. Serginin isim babası bendim. “Cuma Cumartesi Pazar”... Bu sergi sadece dini kuralları anlatmıyor, içinde birliktelik var. Sergimiz Yunanistan’da dört farklı şehirde olmak üzere toplam 18 salonda sergilendi ve sergileniyor. Serginin ilk açıldığı yıl Ortodoks cemaatine yakın olunca “Heybeliada Ruhban Okulunun” fotografik belgeselini yapmaya karar verdim. Sonra da sinema öğrencisi olunca bana “Neden filmi de olmasın” önerisi geldi. Gerçi 6 yılımı aldı. Ancak o okulda okuyan 27 kişinin anıları var bu filmde. Şu an 3 tanesi artık hayatta değil.
Fotoğrafçılık için nasıl bir gelecekten söz etmek mümkün?
2000 yılına kadar fotoğrafçılık her 10 yılda bir evrim geçiriyordu. Ancak Milenyumla birlikte sayısal fotoğrafa geçtik. Ve artık yapay zekâ bizi yönetiyor. Bu bize neler getirecek bilmiyorum. Ama şunu da bildirmek isterim ki, ben halen analog fotoğraf makinemle çalışmaya devam ediyorum. Zamanında akademide çalışan hocalardan siyah beyaz karanlık oda dersleri almıştım. Bu bakımdan gümüşün yanması ile ortaya çıkan 11 tonluk renk skalası beni her zaman etkiler. Zaten marifetin de burada olduğuna inanıyorum.
Bu kadar filtre, düzenleme söz konusu iken kötü fotoğraf çekmek mazide mi kaldı?
Hayır böyle bir şey asla olamaz. Fotoğraf makinesi sadece bir alet ve biz o makineye gözümüzle bakarız. Ancak felsefecilerin bize aktardığı ‘Bakmak ve Görmek’ denilen bir kavram vardır. Dünyanın en iyi lenslerine sahip ve türlü kolaylığı sağlayan fotoğraf makinesine sahip olabilirsiniz. Ancak fotoğrafın kendine has yerleştirme kuralları vardır. Görmek kavramı işte o zaman devreye girer. Altın nokta ve Altın üçgen kuralları bir fotoğrafın dengesidir.
İleriki günlerde yapmayı planladığın projelerden söz etmek ister misin?
Başlayıp da elimde olmayan sebeplerle bitiremediğim projeler var. Pandemi süresince yapamadığımız ama şu anda gelenekselleşen Notre Dame de Sion ve St. Michel öğrencileri ve coğrafya öğrencileri yaptığımız kültür, toprak projesine bu yıl iki tane ile devam edeceğiz. Altıncı ve yedinci projelerimiz çay ve kırmızı soğan. Eşim sayesinde lise yıllarında başarılı olduğum bir uğraşımı şu sıralar hayata geçirdim. Pastel, çini mürekkebi ve suluboya ile resimler yapıyorum. Ama bunları hiçbir zaman sergilemeyeceğim. Belki de dostlarımla paylaşırım. Ama hocam ve dostum Mario Levi’nin anısına başladığım romanı bitirmek için çok çalışıyorum. Ayrıca Musevi toplumunu da yakından ilgilendiren bir filmi eşimle bitirmeye çalışıyoruz.
Ve geleneksel kısa kısa
Çay mı kahve mi?
Her ikisi de biri afyon patlatıyor, diğeri milli içeceğimiz.
Kahverengi mi, mavi mi?
Mavi, göklerin enginliği, denizlerin derinliği.
Dağ mı, deniz mi?
Zaman zaman Akdeniz’de dalgıçlık yaparım. Başka bir dünya.
Filim mi, kitap mı?
Her ikisinin de yeri ayrı.
Klasik müzik, mi pop mu?
Klasiği daha çok severim. Ama ayrım yapmam, her ikisinin de içinde büyük emekler harcanmış sanatsal ritimler vardır.
Gömlek mi, t_shirt mı?
Yerine göre değişiyor.
Aynaya baktığın zaman…
Asık suratlı bir Alberto var ise sorular soruyorum. Enerjimin pozitife dönüşmesi için kendime sorular soruyorum.
Sevgili Alberto Modiano’ya teşekkürler.
Tüm projelerin var olsun…
Comments