top of page

Dr. Işıl Demirel ile SEHAK Derneği’nin çalışmaları, “Öteki” ve antisemitizm üzerine...

Robert Schild


1) Merhaba, değerli Işıl Kardeşim – anımsadığım kadarıyla, Judeo-Espanyol Dili ve Çanakkale Yahudi Cemaati hakkında internette iki ilginç yazınızı okumuştum… O zaman da merak ettim – bu konulara karşı ilginiz nereden doğdu ve haklarında bunca ayrıntılı bilgilere nasıl ulaşabildiniz? Bunu okurlarımızla da paylaşabilir misiniz?


İstanbul, Kadıköy’de Yahudi bir anne ile Müslüman bir babanın evliliğinden doğdum. İstanbul’da melez olarak doğmanın, tüm hayatımı İstanbul Kadıköy’de geçirmenin, 4 yaşında hayattaki ilk arkadaşım olarak bir Ermeniyi seçmenin, Kadıköyün Rum, Ermeni, Yahudi, Kürt, Müslüman, Alevi komşuları, arkadaşları, esnafları ile büyümenin bir sonucu oldu sanıyorum benim ilgim. Havra, kilise ve caminin bir arada, yeri geldiğinde yan yana bulunabildiği Kadıköy’de çok kültürlü bir yaşam biçimini öğrendim, deneyimledim. Yalnızca çok kültürlü olmak, melez olmak değil, aynı zamanda devrimci, muhalif bir anne/babanın çocuğu olmak da aslında bu ilginin sebeplerinden biriydi. Daha küçük yaşlarda ötekine kendin gibi bakmayı, çoğulcu olmayı, empati kurmayı evde, aile içinde öğrendim. Dolayısla benim Yahudi çalışmalarına duyduğum ilgi ötekini değil, kendimi çalışmakla ilgiliydi diyebilirim…


Dahası üniversitede antropoloji ile tanışmak da bu ilgiyi elbette pekiştirdi. Lisans eğitiminden sonra yüksek lisans tezimi hazırlarken, anne tarafımı araştırmaya başladığımda anneannem Raşel Eliza Varon (Kario)’un 1934 yılında, kendisi henüz bir bebekken ailesi ile beraber o güne dek yüzyıllar boyu yaşadıkları Gelibolu’yu Trakya Pogromu sebebiyle terk etmek zorunda kaldığını öğrenmemle beraber bu ilgi daha da pekişti. Ve bugün artık 15 seneyi tamamlayan Türkiyeli Yahudileri araştırma yolculuğum da böylece başladı diyebilirim. Artık hayatta olmayan anneannemi ve ailesini öğrenebilmek için Gelibolulu Yahudileri ararken ise yolum Çanakkaleli Yahudiler ile kesişti ve ilk sözlü tarih araştırmamı onlarla yapmış oldum. Ardından İsrail’den dostlar girdi devreye. Onların bana inanması ile Çanakkaleli Yahudiler arasında adım yayılmaya başladı ve herşey çorap söküğü gibi geldi diyebilirim. Bir çok Trakyalı Yahudinin yaşadıklarını dinleme, anlama fırsatı aslında benim kendime ve aileme adeta bir dev aynasında bakabilmeme imkan verdi. Judeo-Espanyol ise tüm bunlar içinde benim için en vurucu konulardan biri oldu. Zira dil, kimlik ve kültürün bizzat kendisiydi. Bir antropolog olarak, Yahudilerin pek çok ayrımcılık sonucunda zorunda kalarak vazgeçtikleri anadilleri benim için büyüleyici bir ansiklopedi, daha da önemlisi Türkiyeli Yahudileri anlamanın bir aracıydı. Tam da bu yüzden doktora tezim sırasında yine Sefarad Yahudilerini konu edindim. Bu kez de mutfak kültürlerini tartışmaya açarken, mutfağın dil ve kültürle ilişkisine odaklandım.


Türkiyeli Yahudilere dair bilgilere erişmek konusuna gelince; bu benim için bir hayli uzun ve çetrefilli bir yolculuktu. Türkiye’de azınlık olarak yaşamak zorunda kalan ve gündelik hayatta pek çok can sıkıcı, ayrımcı, davranış ve sözle karşılaşan Yahudiler için birine güvenmek aslında bir hayli zor. Ve bu çok da haklı bir kaygı, zira özellikle son yüzyılda başlarına gelen türlü olay, hatta olay deyip basitleştirmeden, şiddet, tehdit, saldırı, dahası can kaybıyla bu ülkede hayatta kalmak, devam edebilmek için susmayı öğrenmiş bir toplumdur Yahudiler. Tam da bu sebeple kalplerini, geçmişlerini, hislerini, düşüncelerini açabilmelerinin yegâne anahtarı güven... Zannediyorum ben bu güveni sağlamayı başardım. Zira bana anlattıkları, benimle paylaştıkları onların olduğu kadar benim de hikayemdi. Pek çok kişi tanıdım bu araştırmalarda, çocuklarına dahi anlatmadıklarını benimle paylaştılar. Belki anneannemi ve dedemi kaybettim ama bugüne dek, bu güveni hiç sarsmadığım için olsa gerek her araştırmam da bana kapılarını açan, artık akraba kadar yakın olduğum o kadar çok dost edindim ki, artık çok sayıda Türkiyeli Yahudiden oluşan kocaman bir ailem var diyebilirim! Hem de dünyanın dört bir yanında.




Açık Radyo'da bir söyleşide



2) İstanbul’un çeşitli üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak çalışıyorsunuz… Bu etkinlikleriniz hakkında bizi biraz bilgilendirebilir misiniz?


Üniversite eğitimimin ilk yıllarından itibaren akademisyen olmak hem ailemin ideali hem de benim hayalimdi. Tam da bu yüzden hiç uzaklaşmadım akademiden. Erken tarihlerinde araştırma görevlisi olarak giriş yaptığım akademide çoğunlukla antropoloji alanındaki uzmanlığım ile çalıştım. Bugüne dek pek çok üniversitede antropoloji, sosyoloji, kültür tarihi, sanat tarihi ve araştırma yöntemleri üzerine dersler verdim. Hali hazırda bu eğitimlere Kültür Üniversitesi’nde devam ediyorum. Elbette kendi araştırma alanlarımda ders verebilmek en büyük arzularımdan biri; ne var ki Türkiye üniversitelerinde böyle bir alan olmadığından bunun için hala bekleyeceğiz diye düşünüyorum.


3) Bunu derken, özellikle antisemitism konularına ayrılmış bir kürsüyü mü kastediyorsunuz?


Aslına bakarsanız kastettiğim bir Yahudi Çalışmaları kürsüsü. Dünyanın pek çok yerinde üniversitelerde Jewish Studies kürsüleri mevcut. Dili, kültürü, dini, toplumsal alanı ile son derece önemli bir çalışma alanı bu. Ancak yazık ki Türkiye’de böyle bir kürsü bulunmadığı gibi yazık ki Yahudilik ile ilgili çalışmalar çoğu zaman İlahiyat bölümlerinin konusu gibi görülüyor. Oysa bu bir din çalışması olmaktan öte, tarihin, kültürün, siyasetin ve pek çok alanın daha konusu. Üstelik Anadolu’nun en kadim topluluklarından biri Yahudiler. Sadece bu sebeple bile bu alana ihtiyaç duyduğumuz ortada. Dileğim ve hayalim, Türkiye üniversitelerinde Yahudi Çalışmaları kürsülerinin açılması, kültürü, tarihi, dili, politikası ile Türkiye Yahudiliğinin çalışılabilmesi. Elbette böyle bir bölüm mutlaka antisemitizm konusuna da eğilecektir ki bu son derece ihtiyaç duyduğumuz bir çalışma alanı.


4) Uzun zamandır görüşmedik… Halen SEHAK’ın başkanlığını sürdürüyor musunuz? Okurlarımıza bu NGO hakkında kısa bilgi aktarmak ister miydiniz?


Evet, 2017 yılından buy ana Sivil ve Ekolojik Haklar Derneği (SEHAK) ile beraber çalışıyorum. 2018 yılından bu yana da arkadaşlarımızın teşvik ve istekleriyle başkanlığı ben sürdürüyorum. SEHAK, hayli genç bir dernektir aslında… 2014 yılında kurulmuş. Ancak kurulduğu günden beri antisemitizm ve Holokost konusuyla yakından ilgilenen bir kurum. 2015 yılında Amsterdam’da bulunan Anne Frank Müzesi ile işbirliğine başladıktan sonra antisemitizm ile mücadele konusuna katkı sağlamaktan hiç vazgeçmemiş bir grup aktivistin kurduğu ve güçlendirdiği bir kurumdur SEHAK. Bugüne dek 600’ün üzerinde öğretmen, 1400’ün üzerinde genç ile çalıştık. Bunların hepsi geniş toplumdan, yani “Türk” kimliği içinden bireyler. SEHAK çalışmalarının önemi de, bana sorarsanız, buradan geliyor. Yahudi kimliğinin bir parçası olmayan ya da aidiyeti bulunmayan insanların antisemitizmle mücadelede, Holokost bilinirliğinde bir nefer haline gelmesi bizler için çok önemli. Çünkü bizler gerek Holokost sürecinde yaşananların gerekse antisemitizmin bir Yahudi problemi olduğunu düşünmüyoruz. Tam tersine bunun bir önyargı, nefret, ırkçılık ve ayrımcılığın sonucu olduğunu biliyoruz. İşte bu yüzden eğitimin tüm bu yargıları aşmada, değiştirmekte çok önemli bir araç olduğunu düşünüyoruz. Avrupa’dan, Amerika’dan çeşitli sivil toplum örgütleri ile çalışarak onlardan öğreniyor, kendi deneyimlerimizi de onlarla paylaşıyoruz. SEHAK’ın tek ilgi alanı elbette antisemitizm ve Holokost değil; temel insan hakları, nefret söylemi ve suçları, demokratikleşme ve adından da anlaşılacağı üzere ekolojik haklar da derneğin ilgi ve çalışma alanları arasında. Ancak yazık ki SEHAK Türkiye’de antisemitizm ve Holokost alanında düzenli faaliyet yürüten tek sivil toplum örgütü.


SEHAK'ın Anne Frank Çalışmaları



5) Türkiye’de görülen antisemitizm, sizce daha çok nasıl dışa vuruluyor? Halktan mı geliyor, yoksa marjinal gruplardan mı, halen “resmi” bir antisemitizm var mı, ayrıca medya tarafından dile getirilyor, dahası körükleniyor mu?


Benim şahsi fikrim antisemitizm fikrinin medya tarafından halka empoze edildiği yönünde. Zira antisemitizm fikri bana göre bu coğrafyadaki insanlara bir hayli yabancı. Türkiye’yi antisemit değil ama zenofobik bir yer olarak tanımlamak bence daha doğru. Ancak son yıllarda antisemitizm fikrine daha da çok kapılan bir toplum olduğu da ortada. Dünya tarafından evrensel olarak paylaşılan düşmanlaştırma, komplo teorileri ve özellikle de İsrail üzerinden sürdürülen bir kategorik ötekileştirme söz konusu Türkiye’de. Özellikle son on yılda antisemitizmin adeta bir moda, bir gündem halinde Türkiye’de yükseldiği ayan beyan meydanda. Gerek medyada, gerek politikacıların söylemlerinde, gerek sosyal medyada ve hatta Türkiye kanallarında yayınlanan dizilerde antisemitizm ve kötü Yahudi imgeleri yükselen bir trend durumunda. Ve bu yalnızca git gide azalan Türkiyeli Yahudilerin problem değil. Elbette problemin öncül mağduru onlar. Tüm bunlar sebebiyle sessizleşmek, kimliğini gizlemek, dahası yeri geldiğinde vatandaşı bile olmadıkları bir ülkenin, yani İsrail’in politikaları adına özür dilemek zorunda dahi kalıyorlar! Bu elbette bu problemin yalnızca Yahudileri etkileyen tarafı. Ancak bana sorarsanız, antisemitizm ya da herhangi bir nefret türü yalnızca mağdurun değil, aynı zamanda tüm toplumun sorunudur. Zira bu nefret türleri, ötekine kendin gibi bakmaya, çoğulcu olmaya, empati kurmaya ve daha da önemlisi bir arada yaşamaya, kozmopolit olabilmeye engel olur. İşte tam da bu sebeple antisemitizmle mücade etmek önemlidir.

Türkiye’de görülen antisemitizme geri dönersek, yaşanan az sayıda -ama bir hayli önemli olduğunu yadsımadan- fiziksel saldırı dışında, antisemitizm “dil”dedir. Halk ve marjinal grupların bu dilden etkilendiğini, ancak onu üretmediğini söylemek mümkün. Üreten elbette politikacılar, iktidar sahipleri ve medya. Dildeki nefret, dünyanın neresine giderseniz gidin, yukarıdan aşağıya etki eder. Eğer iktidar sahipleri bu söylemleri kullanmasa, lanetlese ve hatta yasaklasa bunların kullanılması elbette söz konusu olamaz. Tam da bu sebeple antisemitizmle mücadelenin devlet politikası olarak görüldüğü pek çok Avrupa ülkesinde medyada yahut gündelik hayatta antisemitizm ile karşılaşmak son derece güçtür. Zira antisemitizmi önlemek amacıyla kanunlar koyulmuş, nefret söylemleri yasaklanmıştır. Oysa Türkiye’de bu söylemler yasak olmadığı gibi, tam tersine cezasız dahi kalıyor. Bununla ilgili olarak yakın tarihten elimizde bence çok önemli bir örnek var. 2017 ve 2018 yılları Türkiyeli Yahudiler için zor yıllardı. İsrail’de yaşanan gelişmelerden bir hayli etkilendiler. Öyle ki, 20 Temmuz 2017’de Mescid-i Aksa’da yaşanan gerginlikleri bahane ederek, İsrail’i protesto etmek amacıyla “Alperen Ocakları” adlı grup üyeleri Neve Şalom Sinagogu’nun önünde toplanıp ellerindeki sopaları sallayarak Türkiyeli Yahudilere huzur vermemekle, onları kameralar karşısında ibadethanelerine sokmamakla tehdit ederek, sinagog kapısına taş fırlatarak zarar vermeye çalışırlar. Olaydan bir gün sonra, saldırıyı gerçekleştiren grubun hedefinde bu kez de Balat’ta bulunan bir başka sinagog bulunur. Benzer sahnelerin yaşandığı ikinci saldırının da ardından Türkiyeli yetkililer her ne kadar yaşananları kınadıysa da, söylemsel bir etkisi olmamıştır. Dahası, devletin resmi haber kaynağı konumundaki Anadolu Ajansı ve TRT bu saldırıları Vandalizm, ya da bir şiddet olarak değil, protesto gösterileri olarak haberleştirmiştir. İşte tek başına bu örnek dahi, Türkiye’deki durumu açıklamaya yeter sanırım… Elbette medya ve iktidar tarafından engellenmeyen, dahası körüklenen ve adeta desteklenen bir antisemitizm yazık ki Türkiye’de mevcut ve SEHAK’ta bizlerin temel amacı da, işte bu durumu değiştirebilmektir.


6) Bana göre, tarihi ve küresel antisemitizmin beş ana kaynağı vardır. Bunlar evvel emirde köktendinci, ırkçı ve ekonomik nedenlerdir; son 40-50 yıl içinde bunlara antisiyonist dürtüler de eklendi ve nihayet bazı popülist siyasetçilerin daha çok oy kaygısından oluşan kimi söylemleri… Bu beş ana nedene başkaları da eklenebilir mi ve/veya bu kişisel sıralandırmama getireceğiniz yorumlar/eleştiriler ne olablir?


Çok haklısınız, tüm bu saydıklarınıza ben de farklı dönemler ve farklı coğrafyalar üzerinde etkili unsurlar olarak elbette katılıyorum. Ancak tüm bunlara hem ekleme yapmak hem de bakış açımı açıklamak isterim…


Öncelikle, dünyada Yahudilerin maruz kaldığı düşmanlık ve eleştiri kategorilerinin hepsini antisemitizm ile açıklamanın doğru bir tutum olmadığını düşünüyorum. Dünyada, zihni, arka planı ve doğası itibariyle farklı düşmanlık ve eleştiri türleri karşımıza çıkar. Yahudilerin, öteki olarak algılanan pek çok grup gibi zenofobik bir düşmanlığa maruz kalması, yaygınca karşılaştığımız bir durum. Hal böyle iken, unutmamak gerekir ki bu türden bir düşmanlığı besleyenler için, düşmanın Yahudi, Japon, İngiliz ya da Türk olması değil; öteki olması önemli ve yeterlidir. Bu yüzden bu tür bir düşmanlığı antisemitizm ile değil, etnik milliyetçilik veya zenofobi kavramları bağlamında değerlendirmek gerekir. Ancak tam da bu noktada antisemitizmi “öteki” olarak kabul edilen hemen her gruba duyulabilecek bir düşmanlık türü ya da zenofobinin bir alt kolu olarak ele almadığımı da belirtmeliyim. En basit tanımı ve açıklaması ile antisemitizm, etnik milliyetçilik ya da zenofobi’den farklı olarak Yahudi’den “öteki” olduğu için değil, yalnızca Yahudi olduğu için nefret etmek, onun Yahudi olduğu için doğası gereği kötü olduğuna inanmak ve ona Yahudi olduğu için kötücül özellikler atfetmek olarak ele alındığından, bu tip bir düşmanlığın son derece katmanlı bir zihin analizini gerektirdiğini düşünüyorum. Zira antisemitler, Yahudilerin doğasının tümüyle kötü olduğuna ve onların iflah olmayacağına inanırlar. Onlara göre Yahudi bir birey değil, topluluktur. Yahudi, içinde yaşadığı topluma aslında bilerek yabancı kalır ve kendisini "misafir eden" topluma veya dünyanın geneline felaket getirir ve tüm bunları gizlice yapar. Bu yüzden antisemitler, kendilerini "kötü ve komplocu Yahudi"nin maskesini düşürmekle yükümlü hissederler. İşte tam da bu sebeplerle her ne kadar evrensel kökleri ve benzerlikleri de olsa antisemitizmin kültürel olarak da açıklanmaya muhtaç olduğunu düşünüyorum. Dahası, Yahudiliğin ilk ortaya çıktığı antik çağlardan itibaren antisemitizmin var olduğunu da düşünmüyorum.


Antik çağlarda ilk tek tanrılı din olarak ortaya çıkan Yahudilik, elbette bu dönemde bir kimlikten öte çok tanrılı dünyaya karşı bir başkaldırı olarak algılanmış ve pek çok zulme maruz kalmıştır. Tüm bu erken nefret suçlarında bana kalırsa aslında niyet, antisemitizmden öte çok tanrılı dünyayı koruma çabasıdır. Başka bir deyişle, çok tanrılı dünyayı kendisine ekonomik anlamda ve siyasi düzlemde bir araç haline getirmiş iktidarlar, kendilerini ekonomik dayanaklarını yeni bir dinin iktidarı ele geçirme tehlikesine karşı korumaya çalışmak üzere Yahudilik ile çatışmış ve elinden geldiğince ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Bunu yaparken de elbette öteki düşmanlığını yani zenofobiyi kullanmışlardır. Ancak antisemitizmden söz edebilmemiz için bir Yahudi kimliğine ihtiyaç duyduğumuzu unutmamak gerekir. Tam da bu sebeple bu çağlarda varolan nefret ve zülmü antisemitizm ile açıklamanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Ne var ki Hz. İsa’nın sahneye çıkışı ile artık bu ötekileştirmenin, zenofobinin antisemitizme dönüşmeye başladığını söylemek pek ala mümkündür. Bir Yahudi olarak doğan İsa’nın Hristiyanlığı ortaya çıkarması ile bir rekabet, İsa’nın çarmıha gerilmesinin ardından ise nefret başlar. Hristiyanlar, mesihlerinin Yahudiler tarafından öldürüldüğüne duydukları inançla nefretlerini beslerken, Roma İmparatorluğu’nun çok tanrılı dünyadan Hristiyanlığa geçişi ile beraber bu nefret can yakıcı boyutlara ulaşır. Siyasal iktidar artık Hristiyanlık tarafında yer aldığından, Yahudiler ilkçağdan itibaren azınlık olarak içinde yaşadıkları hemen her toplumda ayrımcılığa ve zulme uğrarlar. Sürgün, toplu katliamlar, iş kollarından ve mülk edinmekten menedilme gibi çeşitli baskılara maruz kalırlar. Ve elbette tüm bunlar hayali, top yekûn kötü olduğuna inanılan bir Yahudi kimliği temel alınarak yapılmıştır. Yani bana göre antisemitizm Hristiyan iktidarlar tarafından icat edilmiş hayali bir kötü, hatta daha doğru bir tanımlama ile “katil” Yahudi imgesi ile başlamış ve bu düşmanlaştırma, yüzyıllar içinde gelişerek bugünlere ulaşmıştır.


Ancak nasıl gelişebildiği konusu ise, bence kültürün konusudur. Zira insanlık tarihinde, kültürde çok yaygın ve eski düşünme biçimlerinden biri, ötekini kendinden ayırmaktır. Tam da bu sebeple bugün öteki düşmanlığı yani zenofobi bir hayli eski, köklü ve alışılagelmiş durumdadır. Ben antisemitizmin bundan bağımsız düşünülmemesi gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar doğası ve düşünme biçimi ile antisemitizm bambaşka bir kavram olsa da gelişimi, yaygınlaşması ve dünyanın her yerinde yaygın olarak karşımıza çıkması en çok da zenofobinin yaygınlığı ile ilgili. Dünyanın hemen her yerinde, içinde Yahudi yaşasın ya da yaşamasın, hemen her toplumda karşımıza antisemitizmin çıkmasının yegâne sebebi bence kanıksanmış bu düşmanlıktır... Antisemitizm bu düşmanlığın açtığı kapıdan kolayca sızabiliyor ve elbette toplumun geniş kısmı tarafından da böylece kabul görebiliyor.


Günümüzde antisemitizmin köktendinci, marjinal gruplar tarafından pekiştirildiği çok doğru. Özellikle İsrail’in 1948’de kuruluşundan sonra 50’li ve 60’lı yıllarda son derece güçlenen antisiyonist fikirlerin de bugün yaygınca karşılaştığımız antisemit fikirlerin kaynağı olduğuna da kesinlikle katılıyorum. Ancak populist siyasetçilerin söylemleriyle ekonomik nedenlerin aslında çoğu zaman bahane olduğunu düşünüyorum. Komplo teorilerinin, insanlığın erken çağlarında bir şaman tarafından topluluğa anlatılan masallar gibi toplumu etkilediğine inanıyorum. Tam da bu yüzden Yahudileri komplo teorilerinin kötücül kahramanı olmaktan çıkardığımızda, antisemitizmin elbette yok olmayacağını ama güç kaybedeceğini düşünüyorum.


Sevgili Işıl Kardeşim, bu ilginç ve aydınlatıcı söyleşi için çok teşekkür ediyorum – her ne kadar “antisemitizmin zenofobiden bağımsız düşünülmemesi gerektiği” konusundaki yorumlarınıza katılmasam da… Belki bu konuları müsait bir zamanınızda bir zoom söyleşisi ile daha da geniş çapta değerlendirme olasılığı doğar. O zamana dek, sevgiyle kalın…


Berlin Yahudi Müzesi'nin önünde




















Comments


Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page