top of page

Tora’yı Sahiplenmek


“… Dinle Yisrael! Bugün, Tanrı’n A-Şem’in halkı haline geldin” (Devarim 27:9).

Moşe Rabenu’nun yukarıdaki sözleri, bu hafta okuyacağımız iki peraşa, Nitsavim ve Vayeleh’te değil, geçen hafta okuduğumuz Ki Tavo peraşasındadır. Tora’yı açıklayan otoritelerin belki de en ünlüsü olan Raşi bu pasuğun, bu haftaki peraşada anlatılan bir olayla bağlantılı olduğunu belirtir.

Bu hafta, Vayeleh peraşasında, Moşe’nin, ölümünden önce Tora’yı yazarak halka teslim ettiği anlatılmaktadır:

“Moşe bu Tora’yı yazdı ve onu Levi-oğulları [olan ve] Tanrı’nın Antlaşma Sandığı’nı taşıyan Koenler’e ve Yisrael’in tüm ileri gelenlerine teslim etti” (Devarim 31:9).

Raşi, 29:3’teki açıklamalarında, buradaki ifadeyi konu alan bir Midraş aktarır. Yalkut Şimoni’deki bu Midraş, Moşe’nin Tora’yı Levi kabilesine verdiğini gören halkın Moşe’ye gelip yakındığını anlatır. “Moşe Rabenu! Öğretmenimiz Moşe!” der halk. “Biz de Sinay’da hazır durduk, Tora’yı biz de kabul ettik ve Tora bize de verildi. Öyleyse neden Tora’nın emanet edilmesi sorumluluğunu kendi kabilene [=Levi kabilesine] veriyorsun? Yarın öbür gün [Leviler] bize gelip ‘Tora size verilmedi; bize verildi’ derlerse ne olacak?!” Moşe halkın bu içten tepkisini ve Tora’ya olan sevgisini görünce son derece mutlu olur ve onlara “Dinle Yisrael!” der, “[İşte] bugün Tanrı’n A-Şem’in halkı haline geldin!”

Rav Saadya Gaon, Yahudi felsefesinin temel eserlerinden biri olarak kabul edilen Emunot VeDeot adlı ünlü kitabında “En umatenu uma, ella beTorotea” diye yazar: “Ulusumuz, ancak ve ancak Tora’ları sayesinde bir ulustur.”

Rabi Samson Raphael Hirsch de, Yahudilerin bu açıdan diğer uluslardan farklı bir özelliği olduğunu belirtir. Normalde tüm uluslar, kendilerine ait bir ülkede ortaya çıkarlar, bir vatan kavramları vardır ve bu vatan onların şekillenmesinde önemli bir rol oynar. Yahudilerin de bir vatanı vardır; ama bu vatan onların en başta bir ulus haline gelmesinde hiç rol oynamamıştır. Yahudiler – veya o aşamada “Yisrael” diyelim – henüz bir vatanları bile olmadan önce ulus haline gelmişlerdi. Ve kendilerini şekillendiren şey ortak vatanları değil, ortak değerleri, ortak Tora’larıydı.

Asırlar boyunca Yahudiler, diğerlerinden ayrı bir ulus olarak devamlılıklarını Tora’ya bağlılıkları sayesinde sürdürebilmişlerdir. Bu bağlılık, Moşe’nin Tora’yı halka emanet ettiği günden itibaren, kendisini sürekli Tora öğrenimi ve mitsvaların fiilen uygulanmasıyla göstermiştir. Buna karşılık, Tora’ya yeteri kadar önem verilmeyen yerlerde Yahudi cemaatlerinin zamanla kimliklerini kaybetmeye başladıkları, asimilasyona kurban oldukları tarihin acı gerçekleri arasındadır.

Yahudilikle Tora’yı birbirinden ayrı olgular olarak görmek isteyenler vardır. Ancak bu, tarihin tamamen çürüttüğü beyhude bir çabadır. Yahudilik ve Tora aslında aynı şeydir. Bazen bunu söylediğiniz zaman “Yahudilik kimsenin tekelinde değil!” şeklinde çıkışlarla karşılaşabiliyorsunuz. Öncelikle bu cümlenin altına imzayı atmak gerekir. Yahudilik – Tora – gerçekten de kimsenin tekelinde değildir. Ne Levi kabilesinin, ne hahamların, ne dindarların ne de diğer herhangi bir zümrenindir – hepimizindir. Tabii ki, onu öğrenenler, derinliğine inceleyenler ve uygulayanlar, bunları yapmayanlara göre doğal olarak Tora’ya daha yakındırlar ve onlara yol da gösterebilirler. Ama temelde, Tora tüm Yahudilerindir. Yine de bir soru sormak gerekir: Acaba Yahudiliğimiz neyle ifade buluyor? Folklorla mı? Belli geleneksel yemeklerle mi? Romanso şarkılarıyla mı, Yisrael’de yaşıyor olmamızla mı? İsmimizle mi? Neyle?

Kanımca, Yahudiliği kendisi için önemli addeden herkes bu soru üzerinde ciddi bir şekilde düşünmek ve samimi bir cevap bulmak durumundadır. Ve mutlaka öznel bir cevap bulunacaktır da. Ama aradığımız şey öznellik değil, nesnellik olmalıdır. Ve nesnel yönden, Moşe Rabenu Yahudiliğimizin neyle ifade bulması “gerektiğini” açıkça belirtmiştir: “Bugün – Tora’yı kucakladığınız, onun size, sizin de ona ait olduğunuzu, Tora’yı kimsenin, hiçbir grubun veya zümrenin sahiplenemeyeceğini, onu hepinizin benimsediğini, onu hepinizin öğrenmek ve uygulamak istediğini ortaya koyduğunuz bugün – Tanrı’nın halkı haline geldiniz!”

Önümüzdeki hafta yeni yıla gireceğiz. Roş Aşana geliyor. Bu dönemde sıkça duyacağımız bir terim var: teşuva. Teknik ve kanuni açıdan teşuva, insanın hatalarıyla ilgilidir. İnancımıza ve geleneksel bilgilerimize göre, Roş Aşana’da Tanrı tüm insanları yargıya tabi tutar ve onları nasıl bir yılın bekleyeceğine karar verir. Yıl içinde geçim durumunun ne olacağı Roş Aşana’da belirlenir. Sağlık durumu Roş Aşana’da belirlenir. Diğer her konu hakkında İlahi yargı kararının verileceği gün budur. Bu bilinçle, genel olarak tavır ve davranışlarımızı gözden geçirip, hatalı davrandığımız konuları tespit eder, bunlar hakkında “teşuva” yaparız. “Kurala” dökersek, teşuva üç aşamadan oluşur: [1] Tespit edilen hata nedeniyle pişmanlık duymak, [2] bunu Tanrı’nın huzurunda sözel olarak itiraf etmek ve [3] aynı hataya bir daha dönmeme konusunda kesin, samimi – Rambam’ın söylediği gibi, samimiyetine Tanrı’nın bile şahitlik edebileceği – bir karar almak. Tabii ki bu, yılın herhangi bir zamanında yapılabilecek, hatta yapılması gereken bir şeydir. Yine de, belirtildiği gibi, Roş Aşana yargı zamanı olduğu ve bu yargı, Yom Kipur’da mühürleneceği için, özellikle bu dönem “teşuva dönemi” olarak bilinir. Yukarıdaki teknik ve kuralsal tarife göre teşuva, “tövbe” olarak çevrilebilir.

Ancak teşuva bundan daha derindir. Sözcük anlamı olarak “geri dönüş” demektir; eve dönüş, Tanrı’ya dönüş ve öze dönüş. Roş Aşana’da Tanrı, evet, Yargıç’tır. Ama bu günün esası, Tanrı’yı üzerimize Kral olarak kabul ettiğimizin ilanıdır. Yıl içinde ve aslında hayatımızın önceki tüm aşamalarında sayısız hata yapmış, bilerek veya bilmeyerek Tanrı’nın sözüne aykırı davranmışızdır. O’nun Kral olduğu gerçeğinin aklımızdan uçmasına izin vermişizdir. İşte Roş Aşana, geri dönmenin zamanıdır. Tekrar Tanrı’yı Kralımız olarak ilan ettiğimiz gündür. O’nun tahta çıkışını şofar sesleriyle ilan ettiğimiz, hata etmiş de olsak, kötü eğilimimize yenik düşmüş de olsak sonuçta bizim için tek bir gerçeğin var olduğunu kabul ve beyan ettiğimiz gündür. Tanrı’nın tek ve mutlak Kralımız olduğu gerçeğidir bu.

İşte bu gerçeği nasıl ortaya koyacağımızı Moşe Rabenu – Öğretmenimiz Moşe – öğretmiştir: Tora’ya yabancı kalmayın. Sizin de onda bir payınız olduğunu ortaya koyun ve bu payı almak için onu iyice öğrenin. Okumadıysanız okuyun. Ama basit bir kitap olarak değil, derinliğine okuyun. Onu nasıl okuyacağınızı, ilk bakışta göremediğiniz şeyleri nasıl görebileceğinizi size gösterecek bir öğretmen veya rehberin yardımıyla onu inceleyin. Tora’yı – peraşamızda (Devarim 31:19) belirtildiği gibi – bir “şarkı” haline getirin. Kendi şarkınız, kendi marşınız, kendi melodiniz yapın onu. “Gitmesek de, kalmasak da o ev bizim evimizdir” demeyin; o evin sizin olduğunu her yönden ortaya koyun. Ayrıca Tora’yı öğrenirken, ulusumuzun [sadece “Tora’sı” değil,] “Tora’ları”, yani hem “yazılı Tora”, hem de onu inceleyen, analiz eden, açıklayan “sözlü Tora” sayesinde ulus olduğunu hatırınızda tutun. Tanah’ı öğrenin. Mişna ve Talmud’a yabancı kalmayın. Midraş nedir, alaha nedir, musar nedir – hepsini öğrenin. Çünkü bunların hepsi “sizindir”; size aittir.

Kral’ımızın hepimizi, ailelerimizi, toplumumuzu, ülkemizi ve dünyamızı, iyi ve tatlı – özellikle de sağlıklı ve bereketli – bir yıl için hayat kitabına yazması ve mühürlemesi dileğiyle. Ketiva vahatima tova leşana tova umtuka.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page