top of page

Dejavu


Sene 1987 İsrael Konsolosluğu’nun düzenlediği gençlik turu için havalimanındayım. Hayatımda ilk defa ailem yanımda olmadan bir yolculuğa çıkıyorum. Bizim başımıza atanan yetkili kişi benden sadece iki yaş büyük. Tura katılanların yarısından fazlasını tanımıyorum.

Heyecanla karışık tatlı bir tedirginlik. Neredeyse 30 gün sürecek bir gezi, yeni bir coğrafya, yeni arkadaşlıklar, çoktan fazla sıcak hava, aileyle minimum iletişim ve bol sorumluluklarla bundan tam 33 yıl önce Ein Gedi’nin kapısına varamadan Eilta’tan dönüyorum.

Kardeşimin tefilin törenine yetişmek için turun son mekanı olan bu yeri gezemeden dönmüştüm. Kısmet 33 sene sonra kapısından o toprağa ait biri olarak girmekmiş.

Ülkenin güneyindeyiz. Yam Hamelah’a - Ölü Deniz- paralel yol aldık. Çöldeyiz. Ilk bakışta bomboş bir düzlük olmasını bekleyen zihnimiz karmakarışık olmuş yol üzerinde gördükleriyle.

Üzerinde hurmalar sarkan dişi Palmiye ağaçları ormanı, tuzlu suyun içinden fışkıran kaynak suları, güneşin enerjisini toplayan solar paneller...

Sağda arabayı yavaşlatıyor arkadaşım, ve PEF Rock - Palestine Exploration Fund - taşın üzerindeki iki siyah çizgi de neymiş onu anlatıyor. 1900’de Arkeolog Stewart Macalister tarafından ilk defa Ölü Deniz’in derinliğini ölçmek için işaretlenmiş. O günlerde deniz bu kadar yüksekte ve karaya bu kadar yakınken, zaman içinde 420 mt kadar alçalmış. İşaretli yer bir dönem gemilerin limana yanaştığı yer dediklerinde insanın inanası gelmiyor.

Yol üstünde sağ tarafımız tamamen çöl iken, sol tarafta Ürdün yerleşimlerinin durgun sudaki aksi hepimizi büyülemişti.

En nihayetinde vardık giriş kapısına. Wadi Agurot yazısı karşıladı bizi, kökleri metrelerce derinlerde kendine tatlı su arayan Akasya merhaba dedi bize. Biletleri korona kurallarına istinaden önceden almıştık ve başladık çölün habitatının içinde yol almaya. Hatırlatayım hava 33 derece üstü hissedilen tahmini 37...

İlk elimize değen bitki yafruk zifani – יפרוק זיפני ...., rengi yemyeşil içi su dolu. Çölde su nerde diye sorasınız geliyor, ben de size sel baskınları diyeyim.

Yürüyoruz sıcaktan erir misali elimizdeki su rezervleri hızla tüketiliyor.

Habitattaki bitkiler etkileyici.

Yapraklarına tuz dolan çalıdan koparıyoruz , adı maluah מלוח – lezzetle çiğniyoruz. Kendini yaşatmak için topraktan aldığı tuzları yapraklarından dışarı veren bu bitkiye hayranlıkla bakakalıyorum. Dallarının üzerindeki her yaprağın çift olmasından adı zugan hasiah זוגן הישח – olan bir baka çalıya ellerimizi sürüp geçiyoruz.

Ardından kocaman bir ağaç beliriyor karşımıza, meyvasının içinden çıkan liflerden kandil yapılan tapuah sdom – תפוח סדום – Doğaya bakıp büyülenmemek imkansız. Birden simsiyah bedeniyle sadece kanatlarının uçlarında turuncu tüyleri olan insancıl bir kuş uçuyor tepemizde, adını onu bulan araştırmacıdan alan tristramit – טריסטרמית - . Korkusuzca yanımıza kadar sokuluyor, biliyor ki doğadan nemalanmaya gelen ziyaretçilerin lezzetli artıkları var.

Sol taraf sessiz dağlık alan, sağ tarafta bir tutam yeşillik. Çöl kendini yaşatıyor. Sıcaktan kavrulan halimiz yol üzerindeki mini havuzcuklarda yer yer serinliyor. Hayret ederek akan minicik şelalelerin içine girip çıkıyoruz. Bir damla su ile çorak çölün vahaya dönüşüne şükür ediyoruz.

Yol üstündeki tabelayı takip ediyoruz. Saklı Şelale’ye -Hidden Waterfall doğru adım adım yaklaşıyoruz. Bu yol sizi başka bir aleme geçirmek üzere. Paralel evren filan sanki. Bir bilim kurgu filmi gibi. Çölün acımasız sıcağı beyninizdeki her hücreyi yakmışta sanki rüya aleminin öte tarafına geçmişsiniz gibi. Gürül gürül akan suyun sesine çekiliyorsunuz. Varınca yanına, doğanın gücüyle yüz yüze geliyorsunuz. Taşları delip, kendine yol yapmış suya bakıyorsunuz. Saflıkla akyor ama gücüyle sizi korkutuyor. Altına giriyorsunuz. Bedeninize çarpan suyun soğukluğuyla çığlığı basıyorsunuz. Altında durmak için ayaklarınızı yere sertçe bassanız da nafile doğa sizden hep daha güçlü. Atıyor sizi altından ve yavasça rüyadan dünyaya dönüyorsunuz.

Yerdeki taşların renkleri, kuşların ve kelebeklerin uçuşlarına ekleniyor ve susup dinliyorsunuz doğayı. Katman olmuş taşları, yosun olmuş suları, çiçek açmış çölü seyrediyorsunuz ve içinizden; “Ey güzel alem nedir insanın insandan alamadığı, bir minicik virüsle sınıyorsun bizi?” diyerek geziyi sonlandırıyoruz.

Koronadan dolayı sayılı insan girebiliyor parka, o yüzden kalabalık değil ortam. Önceden bilet ayırtmadan sakın gitmeyin, çok su alın yanınıza ve çölün yarattıklarına hayran kalmadan dönmeyin evinize.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page