top of page

“Gömülü Şamdan”


Tarih ve gerilim öykücülüğünün arasında Stefan Zweig’dan bir uzun öykü:

“Gömülü Şamdan”

Türkiye’de özellikle uzun öyküleriyle onyıllarca halen satış rekorları kırmakta olan Stefan Zweig’ın yapıtları arasında nedense hiç bir yayın evinin ilgisini çekmemiş ve Türk okurlarına ilk kez ancak beş yıl önce sunulan “Gömülü Şamdan” anlatısı, yazarın Legenden başlıklı beşli bir Söylenceler seçkisinin içerisinde yayımlanmıştı. İkisi Tevrat’tan alınma, biri Budizm öncesi Hindistan’da, dördüncüsü ise Roma İmpartatorluğu’nun bir kentinde geçen öykülerin yanında bu en kapsamlı olanı, Batı ve Doğu Roma (Bizans) topraklarında yaşamış Yahudi toplumunu konu ediniyor. Odağına dinimizin en kutsal emaneti olan Menora’yı almakla, iki adet kendine has özellik içeriyor bu anlatı: Bunların ilki, Yahudi olan Zweig’ın o güne dek sadece bir gençlik oyununda kendi dini inançlarını işlemesinin üzerinden koca yirmi yıl geçtikten sonra kaleme aldığı bu öyküde yeniden Yahudi halkına, bu kez diyaspora sorunuyla Eretz İsrael’e dönüşüne değinmesi; diğeri ise, Konstantiniye’de geçen ikinci önemli yapıtı olmasıdır – Yıldızların Parladığı Anlar seçkisinde yer alan “Bizans’ın Fethi”nden sonra ...

Regaip Minareci’nin başarılı çevirisiyle İş Bankası Kültür Yayınları’nın Modern Klasikler Dizisi’nde 110 sayfalık ince bir kitapçık olarak yayımlanan “Gömülü Şamdan”, M.S. 70 yılında Roma İmparatoru Titus’un Kudüs’ü fethedip, Beith Hamikdaş’ı yağmalayarak ülkesine götürdüğü som altından olma Menora’nın öyküsünü anlatıyor. İsrail Krallığı döneminden gelme bu şamdan, neredeyse 500 yıl boyunca Roma’da saklanan savaş ganimetlerinin arasında kaldıktan sonra, bu kenti ele geçiren Vandallar ile başkentleri Kartaca’ya doğru yol alır. Ancak bu kutsal emanetin serüveni burada bitmez! VI. Yüzyıl Bizans İmparatoru I. Justinianus’un döneminde kuzey Afrika’ya düzenlediği sefer sırasında Kartaca’yı da ülkesine katabilmiş general Belisarios, Menora’yı gemilerinin birine yükletip Konstantinopolis’e götürür – zira “(...) bir haydutun peşinden daima bir başka haydut koşturur, birinin elinden şiddet kullanılarak koparılan bir şey, ondan da yine şiddetle alınır.” (s. 33)

Stefan Zweig’in kısa giriş yazısında altını çizidiği gibi “Bu, dini öğeler taşıyan bir sanat eserinin yeryüzünde başına gelen muhtemelen en tuhaf yolculuk olduğu için, benim gözümde Yahudilerin asırlardır süregelen göçebeliğinin sembolüdür...” Kesin olmayan tarihi bilgilere göre bu kutsal emanet, İmparator Justinianuns tarafınca Yeruşalayim’deki bir kiliseye bağışlanmasının ardından tarihin derinliklerinde kaybolur – ancak bazı söylencelere göre dev boyuttaki altın şamdanın Bizans sarayında eritilip ondan hanedan için ziynet eşyalarının yapıldığı, diğer kimi spekülasyonlara göre ise, (nedense?) Vatikan’ın dehlizlerinde bulunduğu kestiriliyor! Kaleme aldığı bu “efsane”nin son bölümünde ise Zweig’in düşgücü, Menora’nın değişik bir yoldan ortadan kaldırılması sonucu, yıllar/asırlar sonra ortaya çıkabilecek bir çeşit gizemli “yeniden diriliş” olasılığını çağrıştırmaktadır!

Bu uzun öykünün en heyecan verici yanı, ilk 44 sayfasında tanık olduğumuz 455 yılındaki Roma kentinin Vandal yağmalamasından neredeyse bir asır sonra Kostantinopolis’de devam ederken hep aynı kişinin, Romalı Yahudi Benjamin Marnefeş’in etrafında süregelip, Kudüs topraklarında sona ermesidir... İşte burada Stefan Zweig’ın üstün öykücülük yeteneğiyle tarih araştırmacılığının el ele gitmesi, adeta nefes kesici bir anlatının oluşmasını sağlıyor. Romalı haham Eliezer’in elinde tutulan yedi yaşındaki küçük Benjamin’e, daha sonraki kuşaklara aktarması için Vandalların gemisine yüklenmeden önce gösterilen Yedi Kollu Şamdan, 82 yıl sonra, bu kez Konstantinopolis’te yeniden ortaya çıkınca, ömrü boyunca böyle bir “mucize” beklemiş olan ihtiyar, Bizans’a doğru yola koyulur... Çocukluğundan başlayarak kendini hep “Tanrı’nin sürekli çağırdığı, ancak isteklerini yerine getirmediği biri...” (s. 81) gibi görmüş olan 89 yaşındaki Benjamin Marnefeş’in “Pera Yahudileri”nin yardımıyla huzuruna çıkabildiği İmparator Justinianus’a, “dolaştıkça halkımız huzur bulmayacak” olarak tanımladığı Menora konusundaki “çilemizi bitir ve şamdana huzur ihsan et!” (s. 76) çağrısı, olumlu bir yanıt bulabilecek mi?

Stefan Zweig, her ikisinin ölümünden önce son kez Belçika’nın Ostende sahil kasabasında bir araya geldiği yazar dostu ve hayranı Joseph Roth’un dini konulardaki yardımıyla 1937’de tamamladığı bu sürükleyici öyküsünde tarih ile söylenceyi, gerçek ile düşü bir araya getirerek, dünya yazınında pek sık görülmeyen, daha çok bilim kurgu yapıtlarında rastladığımız sağlam bir öngörüye de yer veriyor... Yaşlı Benjamin’in son yolculuğuna çıkmadan “Menora’yı kurtarabilirsek, halka ait olmalıydı ve halkımız onu en kutsal teminat olarak muhafaza etmeliydi. Gelgelelim bizim halkımız nerede?” (s. 99) sorusunu ortaya attıktan sonra, “Şamdanı huzura kavuşturmak istiyorum, ancak orada (kopya verelim: Kutsal Topraklar’da!) ne kadar süreyle huzur içinde kalacağını Tanrı’dan başka kim bilebilir?” diye devam ediyor – ve şu çarpıcı sonuca varıyor: “Şamdanın yazgısına Tanrı, yalnızca O ve yalnızca O karar versin. (...) Şamdan kayıp olarak bilinsin, ama Tanrı’nın sırrı olan biz, biz kayıp değiliz!” (s. 100)

83 yıl önce kaleme alınmış olmasına rağmen, halen bir gerilim romanı gibi ilgi ve keyif alınarak bir oturuşta bitirilebilen, her Yahudi kitapseverin okuması gereken, küçük bir başyapıttır “Gömülü Şamdan”!

Stefan Zweig / Gömülü Şamdan /Almanca aslından çeviren: Regaip Minareci /

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Modern Klasikler Dizisi / 2015 / 110 sayfa

Öykünün İngilizce metnini interntten PDF olarak indirmek/okumak isteyenler için:

*****

Bir sonraki yazı: 19 Ağustos 2020

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page