top of page

“Ama Mantıklı Değil!”


Geçen haftaki yazımda parantez içinde mantık konusuna değinmiş, mantığın özellikle dünyevi ve insani konuların değerlendirilmesi için olduğunu, buna karşılık Tanrısal konuların değerlendirilmesinde yetersiz kalacağını vurgulamıştım. İşte bu haftaki peraşamız da bu konunun ön planda olduğu bir kuralla açılmaktadır: Para Aduma; veya nam-ı diğer, “kızıl inek”.

Tora’da tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz bir kavram vardır: tuma. Bu terim genellikle “manevi kirlilik” şeklinde çevrilir, çünkü bir tür “arınma” sürecini gerektirir. Yine de bu çeviri terimin anlamını pek karşılamakta değildir. Tora belli başlı durumlarda tuma adı verilen bir durumun oluştuğunu belirtir. Bu durumlar, kaynakları ve arınma yöntemleri, Vayikra kitabında Şemini, Tazria ve Metsora peraşalarında ayrıntılı bir şekilde listelenmiştir. Tumadan etkilenen bir şey veya kişi “tame” [veya dişil şekliyle “temea”] terimiyle nitelendirilir. Tuma ile ilgili “bildiğimiz” tek şey, Tora’nın bu konudaki sınırlamasıdır. Bu sınırlamaya göre, herhangi bir nedenle tame olmuş bir kişinin, Bet-Amikdaş bölgesine girmesi ve/veya kutsal nitelikli yiyecekleri (korban etlerini) yemesi ciddi bir yasaktır. Bunları yapabilmesi için, hangi tür tumadan etkilendiğine bağlı olarak bir “arınma” sürecinden geçmesi gerekir. Sonuç olarak, tumanın ne olduğunu bilmiyoruz, ama basitçe, Tora’nın tanımladığı ve Bet-Amikdaş’a girebilmek veya kutsal yiyecekleri yiyebilmek için belli bir arınma sürecini gerektiren bir durum olduğunu söyleyebiliriz.

Tuma türlerinin ortak niteliği, bir şekilde ölümle veya insandan kutsiyetin/hayatın ayrılmasıyla ilişkili olmasıdır. Örnek vermek gerekirse, Tazria-Metsora peraşalarında, kadınlarda âdet kanamasının, doğumun, erkeklerde sperma salgısının tumaya sebep olduğu söylenmektedir. Hem âdet kanamasında hem de sperma salgısında, bir yaşam potansiyelinin – kadında döllenmemiş yumurtanın, erkekte, yaşam başlatma gücüne sahip spermanın – bedenden ayrılması söz konusudur. Doğum da kadının bedeninden, bir canın ayrılmasıdır. Dahası, Tazria peraşasının başında Tora, bir kız doğduğu zaman meydana gelen tumanın, erkek doğumunda meydana gelen tumanın iki katı süreyle devam ettiğini belirtmektedir ki, yukarıdaki tanıma göre bu da, bir kadının bedeninin – belki de yeni hayatlar oluşturabilme potansiyeli nedeniyle – erkek bedeninin iki katı kutsiyete sahip olduğu şeklinde yorumlanabilir; zira kız doğumunda meydana gelen “iki kat” tuma, doğum sırasında annenin bedeninden “iki kat” yaşam ve kutsiyetin ayrılmış olduğuna işaret eder.

Yukarıdaki tanımla devam edip en büyük tuma durumunun ne zaman ortaya çıkacağını soracak olursak, bunun doğal cevabı “ölüm” olacaktır; zira ölümde bütün bir yaşam bedeni terk etmekte ve ardında hiç yaşam bırakmamaktadır. Bu durum, bir ölüye temas etmiş veya onunla aynı çatı altında bulunmuş olduğu için tame olan bir kişiye dair arınma sürecinin daha ayrıntılı olmasıyla kendisini göstermektedir. Peraşamızın başında ayrıntıya dökülen bu prosedürde, hiçbir işte çalıştırılmamış, hatta hiç boyunduruk vurulmamış, tamamen kızıl renkli bir inek kesilir, bedeni, sedir dalı, zufa otu ve kızıl bir iplik de katılarak yakılır, elde edilen kül taze kaynak suyuyla karıştırılır ve bu su, arınan kişinin üzerine serpilir. Yedi günlük bir süreçte bu serpme işlemi üçüncü ve yedinci günlerde yapılır. Bunun yanında, diğer tüm tuma türlerinden arınmak için gereken “mikveye dalma” ve bazı arınma süreçlerinin gerektirdiği “bir korban getirme” gereği de vardır. Bu prosedür sonucunda kişi arınmış olur; tekrar Bet-Amikdaş’a girebilir ve korban eti yiyebilir. [Günümüzde bu prosedürü uygulama olanağı olmadığı için hepimiz “ölü nedeniyle tame” sınıfındayız ve bu nedenle Bet-Amikdaş’ın yeri olan tapınak tepesi bölgesine girmemiz, Tora’ya göre yasaktır.]

Yukarıdaki işlemlerde herhangi bir mantık görebiliyor muyuz? Tabii ki neyin neyi simgelediği konusunda spekülasyonlarda bulunabiliriz, ama mantık? Hayır. Hepsi bir tür hokus pokustan öte görünmemektedir. Ama bitmedi. Söz konusu serpme işleminde kullanılan “paklama suyu”, tame kişinin arınmasını sağlamasına rağmen, Tora, bu suyun hazırlanmasıyla ilgilenen kişilerin tame olmasına hükmetmiştir. Yani aynı su bir kişiyi arındırırken, onu hazırlayan kişileri tame yapmaktadır. Bu noktada, bırakın mantığı, artık spekülasyona da yer yoktur. Bu yüzden, yeryüzünün görüp göreceği en akıllı insan olarak kabul edilen Kral Şelomo bile para aduma kanunu için “Hikmetine varayım dedim; ama o benden uzak” (Koelet 7:23) demiştir (Midraş – Bamidbar Raba 19:3).

İşte bu nedenle Tora bu prosedürün başında, bunun bir “hok” olduğunu söylemektedir. Mişpatim peraşasıyla ilgili yazımda Tora’daki emirlerin farklı kategorilerinden bahsederken belirttiğim gibi, “hok” genellikle, sebebini insan mantığının açıklayamadığı türden emirlerdir. Tora’daki tek hok, kızıl inek prosedürü değildir. Yün ve ketenin birlikte kullanıldığı bir giysiyi giyme yasağı, et ve sütü birlikte pişirme ve/veya yeme yasağı ve başka birçok yasak ve uygulama da hok kategorisindedir; çünkü gerçekte bunları mantıkla açıklamak olanaksızdır. Tabii ki bu, söz konusu mitsvaların ardında bir mantık olmadığı anlamına geliyor değildir; ama bu, İlahi mantıktır ve insanın kavrama kapasitesinin üstündedir. Dolayısıyla hok niteliğindeki emirler birer “kral hükmü” sınıfındadır ve mantıkla anlaşılmamasına rağmen yerine getirilmesi, insanın, Kral’ın üstünlüğünü tanımasının ve O’na her halükârda itaat etmesinin bir ifadesidir.

Genellikle insanlar, akıllarının yatmadığı şeyleri benimsemekte güçlük çekerler. Bu gayet anlaşılabilir bir durumdur. Sorun şudur ki, insan bu konuda biraz seçici olabilmektedir. Bu seçicilikteki belirleyici ölçüt de, söz konusu “mantıksız” şeyin bizden bir şey mi talep ettiği, yoksa bize bir şeyler mi verdiği sorusunun cevabıdır. Eğer sonuna kadar anlamadığımız bir şey bize keyif veriyorsa veya bir şeyler kazandırıyorsa veya bir şeyler kaybetmemizi engelliyorsa, onun bizim için mantıklı olup olmadığını çok da dert etmeyiz. “Vardır bir hikmeti” der geçeriz ve kazancımıza bakarız.

Örnek vermek gerekirse… Hepimiz sabahtan akşama elimizde dikdörtgen şeklinde bir cihazla meşgulüz. Bu cihaz bizim insanlarla sözlü ve/veya görüntülü iletişim kurmamızı, filmler seyretmemizi, mesajlar atmamızı, oyunlar oynamamızı ve daha birçok şeyi yapmamızı sağlıyor. Kaçımız bu “akıllı telefon” denen şeyin nasıl çalıştığını gerçekten biliyor? Nasıl olup da “havadan” gelen bir şeyler elimizdeki cihazda, bizim için anlam ifade eden seslere, renklere, görüntülere dönüşüyor? O cihazın hangi malzemelerden yapıldığını, neden özellikle o malzemelerin kullanıldığını, o malzemeleri oluşturan ana maddelerin ne gibi özelliklere sahip olduğunu, cihazın hangi iletişim protokollerini kullandığını, iletişim protokolü denen şeyin bile ne olduğunu, neden özellikle USB girişli kablonun kullanıldığını, LAN ve SMTP ayarlarının ne olduğunu, kaç RAM’ın ne kadar ettiğini, ettiği o kadar şeyin tam olarak ne olduğunu vs. vs. kaçımız biliyor, anlıyor? Pek az.

Ama bu cihazı kullanıyor muyuz? Tabii ki! Peki, her zaman kullanıyor muyuz?

  • Yok; mesela uçağa bindiğimiz zaman kapatmak gerek. Veya “uçak moduna” almak gerek.

  • Neden?

  • Çünkü sinyaller uçuş kontrollerini bozuyor.

  • Nasıl yani? Biraz anlatır mısın?

  • Şimdi sinyallerin frekansları var, bu frekanslar uçuş sistemlerinin frekanslarıyla karışınca şey oluyor… sıkıntı çıkıyor.

  • Hangi sistemler ve hangi frekanslar?

  • Ya şimdi… Aman üff… ne fark eder ne olduğu? Ben böyle şeylerden anlamam ki!

  • Anlamıyorsan niye kapatıyorsun o zaman telefonu? Boşver, sen keyfine bak. Aç konuş, sohbet et. İnternete bağlan. Haberleri oku. Canı sıkılan falanca kişinin/kişilerin sana dakika başı yirmişer yirmişer gönderdiği uzun-kısa videoları seyret ve tabii ki yirmişer yirmişer başkalarına göndermeyi unutma. Veya ne bileyim, MMORPG oyna. Keyfine bak sen. Yorma kafanı frekansmış sistemmiş falan!

Gerçekten “akıl mantık sahibi” bir kişi bu sohbet sonrasında ikna olup uçakta telefonunu hiçbir sınırlama olmadan kullanır mı? Tabii ki hayır. Hatta “akıl mantık sahibi olmayan” kişilerin bunu yaptığını gördüğü zaman hemen bunu kesmesini ister veya durumu hostese bildirir. Neden? Çünkü hayat memat meselesi… Peki, neden hayat memat meselesi olduğunu biliyor mu? Hayır.

Sonuç olarak akıllı telefonlar bir örnek. Nasıl çalıştığı hakkında çoğumuzun fikri olmamasına rağmen onu kullanmakta, hatta bütün günümüzü onun üzerinde çarçur edip, bu dünyadaki “sınırlı vaktimizi”, büyük çoğunluğu belki en çok yarım dakika sonra unutacağımız bir gülümsemenin ötesinde bize gerçekte hiçbir şey katmayan gereksiz, abes, hatta bazen ruhumuza zarar veren şeyler için harcamakta bir sakınca görmüyoruz. Veya tam aksine, yine hiç anlamıyor olmamıza rağmen, uçağa bindiğimiz zaman telefonları kendimiz kullanmadığımız gibi, başkasına bile kullandırtmıyoruz. Çünkü tam olarak nasıl olduğunu bilmesek de, bunun hayati sonuçları olabileceğini anlıyoruz.

Ama konu bizden bir şeyler talep eden veya rahatımızdan ya da keyfimizden biraz feragat etmemizi gerektiren anlamadığımız veya mantıksız şeyler olduğu zaman, “Benim aklıma bu yatmadı. Yani neden öyle olsun ki? Ne alaka? Akıl var mantık var” vs. demek kolay gelir. Bunun yaşandığı en bariz alan da maneviyat ve mitsvalardır. Hatta öğrendiğimiz takdirde aklımıza yatabilecek olan mitsvaları bile peşinen keseriz. Dahası, “bilen kişilerin”, yani konunun uzmanı olan Tora akademisyenlerinin, hahamların, “hayati sonuçları olabileceğini” bildikleri için bizi uyarmaları bile bize ağır gelir. Ama gelin, kendimizi kandırmayalım. “Mantıksız” veya “aklımızın almadığı” konularda bir şeyi yapmayı veya yapmamayı seçmemizin, gerçekte onların mantıksız olup olmamasıyla alakası yoktur. Gerçek sebep sanırım yukarıda yazılanlarda açıkça görülecektir.

“Ama ikisi arasında fark var! Biri manevi biri maddi… Birinin hiçbir kanıtı yok, diğeri ise bilimsel kanıtlara sahip. Dolayısıyla ben anlamasam da, bilen anlayan birileri var. Onlara güvenebilirim!”

Doğru; ama tamamen değil. Çünkü tıpkı doğanın ve fiziksel dünyanın sabit kuralları olması gibi, manevi dünyanın da kendine has kuralları vardır. Dolayısıyla bilimsel bazda “Biz bilmesek de bilen birileri var” ise, Tora ve mitsvalar alanında da bilen birileri – ve özellikle de “hok” sınıfındaki mitsvalar söz konusu olduğunda tek bir “bilen Biri” – vardır. O’na güvenebiliriz.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page