Şelah Leha peraşasında, Erets-Yisrael’i gözlemlemek üzere gönderilen ve burası hakkında oldukça olumsuz bir rapor getiren casuslarla ilgili ünlü olayı okumaktayız. Casuslar tüm halkı günaha sürüklemişler ve o neslin Erets-Yisrael’e girememesine sebep olmuşlardır. Bene-Yisrael bu olayın bedelini çölde kırk yıl dolaşmakla ödemiş ve bu kritik olay Yahudi tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Peraşada casusların Erets-Yisrael’i nitelemekte kullandıkları ifadelerden bir tanesi, “sakinlerini yutan bir ülke” (Bamidbar 13:32) şeklindedir. Talmud (Sota 35a) bu sözlerin, casusların şehirden şehire geçtikçe gittikleri her yerde büyük cenaze törenleriyle karşılaşmış olmalarından kaynaklandığını belirtir. Gittikleri her yerde ölümle karşılaşan casuslar, ülkenin, üzerinde yaşayan kişilere yaşam şansı tanımadığı sonucuna varmış ve raporlarını da bu sonuca göre vermişlerdir.
“Steipler Rav” olarak bilinen Rav Yaakov Kanievski, bu olayın, tarih boyunca kendisini tekrarlamış insani bir özelliği yansıttığını belirtir: İnsan daima kendi istediği şeyleri görür, kendi istediği şeyleri duyar ve kendi inanmak istediği şeylere inanır. Aynı olaya şahit olan iki farklı kişi birbirlerinden çok farklı olan algı düzenleri sebebiyle tamamen zıt sonuçlara ulaşabilir.
Hahamlarımız, casusların Erets-Yisrael’e girdikleri andan itibaren önyargılı olduklarını belirtirler. Baal Aturim’e göre bu önyargının sebebi, casusların Erets-Yisrael’e girmek istememeleriydi. Casusların her biri kendi kabilesi içinde saygın bir yere mensuptu. Erets-Yisrael’e girdikten sonra, göçebelikten yerleşik hayata geçileceğini bilerek, bu yeni düzende eski önemlerini kaybedeceklerinden endişe ediyorlardı. Bu sebeple daha en baştan itibaren, Erets-Yisrael’e giriş fikrine soğuk bakıyorlardı.
Casusların bu cenazelere bakıp, “Tanrı’nın bize yaptığı şu iyiliğe bak! Bizi nasıl da koruyor. Biz burada casusluk amaçlarıyla dolaşıyoruz. Casuslar her zaman fark edilmekten çekinirler. Tanrı bizim fark edilmememiz için yerel halkın cenazelerle oyalanmalarını sağlıyor. Ne kadar da şanslıyız!” demeleri gerekirdi.
Bu olayı daha olumlu gözlerle değerlendirip, Tanrı’nın sadece keşif birliğine bile bu kadar önemli bir koruma sağlamasını, ileride bu ülkeyi kolayca ele geçirebileceklerine dair bir işaret olarak görmeleri gerekirdi. Objektif bir bakış açısı bu sonuca varmayı gerektirir. Fakat casuslar, kendi sabit fikirleri sebebiyle, “İlginç – bu ülkede herkes ölüyor! Herhalde ülke, sakinlerini yutuyor” sonucuna varmışlardır.
Steipler Rav, casusların vardıkları sonucun kendi içinde çelişkili olduğuna değinir. Eğer Erets-Yisrael gerçekten insanların durmadan öldükleri bir yerse ve bunun bir sonucu olarak cenazeler günlük hayatın ayrılmaz bir parçası ise, bu durumda cenaze törenlerine büyük kitlelerin katılması beklenemez. Zira günde yarım düzine cenazenin gerçekleştiği bir ülkede, insanlar zamanlarını cenazelerde geçirdikleri takdirde, günlük işlere hiçbir zaman vakit ayıramayacaklardır. İnsanlar cenazelere kalabalık topluluklar halinde gidiyorlardı; çünkü bunlar aslında hiç de sık olmayan törenlerdi. Şayet cenazeler sık rastlanan bir olgu olsaydı, cenazelere sadece ölenin yakın akrabaları katılıyor olurdu.
Sorun, insanların sadece kendi görmek istediklerini görmelerinde yatar. Pembe bir gözlük takan kişi her şeyi pembe görecektir. Benzer şekilde içinde sadece negatif duygular barındıran bir kişi de etrafında problemden başka bir şey görmeyecektir.
Talmud (Gitin 45a) Rav İliş’in düşmanlar tarafından hapsedildiğini anlatır. Hapishanede oturmakta ve kaçıp kaçmamak konusunda tereddüt yaşamaktadır. Bir karga gelir ve kendisine “İliş – kaç; İliş – kaç” der. Rav İliş hücredeki ortağına, karganın ne söylediğini sorar. Hücre arkadaşı kuşun Rav İliş’e kaçmasını tavsiye ettiğini belirtir. Rav İliş, kargalara güven olmadığını söyler ve mesajı kulak ardı eder.
Daha sonra başka türden bir kuş gelir ve “İliş – kaç; İliş – kaç!” der. Rav İliş tekrar arkadaşına döner ve kuşun ne dediğini sorar. Arkadaşı kendisine, bu kuşun da kendisine kaçmasını tavsiye ettiğini söyler. Rav İliş bu kuşun bir yalancı olmadığını belirtir ve kaçmaya karar verir.
Bu anlatımda, Rav İliş kuşların dilinden anlamıyor görünmektedir. Ne de olsa gelen kuşların ne dediğini hücredeki arkadaşına sormaktadır. Ama Yahudi tarihinin bir özetini veren Seder Olam adlı eserde Rav İliş’in aslında kuş dili konusunda uzman olduğu belirtilmektedir. Dolayısıyla Rav İliş, gelen kuşların kendisine ne tavsiyede bulunduklarını gayet iyi anlamıştı. Öyleyse neden arkadaşına danışma ihtiyacı duymuştu?
Rav Hayim Şmuelevitz, Rav İliş’in bunu önyargılı davranmamak için yaptığını belirtir. Bulunduğu koşullar itibariyle, Rav İliş, kuşların tabii ki kendisine kaçmasını tavsiye ettiğini duymak isterdi. Ve bunlar kendi duymak istediği sözler olduğu için, kendisine güvenememiştir. Zira bir insanın, sadece duymak istediği şeyleri duyduğunun bilincindeydi. Kendisi kaçmak istediğinin farkındaydı ve bu sebeple kuşun mesajını anlama konusunda kendi duyduklarına güvenmek istememişti.
Casuslar Erets-Yisrael’den döndüklerinde “bardağın yarısı boş” diyorlardı. Çünkü olumsuz duygular ve önyargı ile gelmişlerdi. Aslında yaşadıkları tecrübe, kendilerine Tanrısal yardım ve kontrol konusunda mesaj verme açısından oldukça olumluydu. Fakat onlar sadece kötü yönü algılamak istemişlerdi. Casuslarla ilgili olay, önyargının insanı ne kadar farklı yönlere sürükleyebileceğinin bariz bir örneğidir.
Peraşamızın sonunda, her gün okuduğumuz Şema’nın son bölümü yer almaktadır. Burada “Velo taturu… - Sizi yoldan çıkaran kalbinizin ve gözlerinizin ardından arayışta bulunmayın” diye yazılıdır. Normalde insan gördüğü şeyleri arzular. Raşi’nin açıklamasında söylediği gibi “göz görür, kalp ister.” Ama pasuk önce kalpten, sonra gözlerden bahsetmektedir. Çünkü bazen insanın neyi göreceğine de kalbi yön verir. Önyargılı bir kişi, sadece kalbinin dikte ettirdiği şeyleri görmeye hazır olacaktır. Casusların kalbi, sadece olumsuz şeyleri görmeye odaklanmıştı; bu nedenle gözleri de yalnızca bunları görebilmiştir.
Dürüst olmak gerekirse, şu ya da bu şekilde hiçbirimiz önyargıdan özgür değiliz. Bunun, yaşadığımız çevre, aldığımız eğitim, etkileri altında kaldığımız çeşitli etkenler gibi birçok sebebi vardır. Ama önyargı, hayatta bize tamamen yeni ufuklar açabilecek yenilikleri görmemizi ve hayata yönelik perspektifimizi genişletmemizi engellediği gibi, doğruları yanlış, yanlışları da doğru olarak görmemize neden olabilmektedir. Ve bu bizim için çok büyük, hatta belki de hayati kayıplar anlamına gelebilir. Hayatta karşımıza çıkan herhangi bir insandan, yaşadığımız herhangi bir olaydan, duyduğumuz herhangi bir fikirden azami verim ve faydayı elde edebilmek için, kalbimizi, gözümüzü ve algılarımızı körelten önyargılardan sıyrılmaya, her şeyi nesnel ve açık bir bakışla değerlendirmeye hazır olmaya, hatta gerekirse bize kendimizinkinden farklı bir bakış açısı sağlayabilecek bir arkadaş veya akıl hocasından yardım almaya gayret etmemiz gerekir. Daha önce hayalini bile kurmadığımız yepyeni bakış açılarının, yepyeni yaşam yollarının anahtarı bu olabilir.