top of page

İki Kuşun Öğrettikleri


Önümüzdeki hafta okuyacağımız Şemini peraşasının merkezi konularından biri Kaşerut kurallarıdır. Peraşa hangi hayvanların yenebileceğini, hangilerininse yenemeyeceğini açıklamaktadır. Bu bağlamda, dört ayaklı büyük hayvanlar, böcekler ve sürüngenler, balıklar ve kuşlar ele alınmaktadır.

Yenmesi serbest olan sürüngen yoktur. Böcekler içinde sadece dört çekirge türünün yenebileceği söylenmektedir. Ancak bu çekirge türlerini yeme geleneğine sadece Yemen kökenli Yahudiler sahiptir. Diğer cemaatlerde bu türlerin kimliği kesin olarak bilinse bile kaşer çekirge türleri yenmemektedir.

Tora, dört ayaklı büyük hayvanlar içinde hangilerinin yenebileceğini belirtme amacıyla, bunların ortak işaretlerini vermiştir. Bu işaretler “maale gera” ve “mafris parsa ve-şosaat şesa” terimleriyle bilinir. Bunlardan ilki genellikle “geviş getirmek” olarak çevrilir, ama birazdan değineceğim üzere bu, geviş getirmeyi de içeren, ama daha geniş bir anlamı ifade ediyor olabilir. İkinci terimse iki kısımdan oluşur: “Mafris parsa” – hayvanın toynağının, ayağın bütününü kapladığını belirtir. Örneğin bir atın toynağı, ayağının bütününü bir ayakkabı gibi kaplar. Buna karşılık bir devenin, ayağında farklı parmakları ve bunların her birinin kendi toynağı veya tırnağı vardır. “Şosaat şesa” ise söz konusu toynağın, ortasından ikiye yarık olmasını belirtir. Bu nedenle at, her ne kadar tüm ayağını kaplayan bir toynağa sahipse de, bu toynak bütün haldedir, yarık değildir ve bu nedenle at “kaşer” değildir. Buna karşılık bir inek, kuzu veya keçinin hem tüm ayağını kaplayan bir toynağı vardır, hem de bu toynak ortadan ikiye yarıktır – dolayısıyla bu şartı karşılamaktadır.

Bir hayvanın kaşer olabilmesi için söz konusu iki işaretin her ikisine de sahip olması gerekir. Sadece bir işaret yeterli değildir. Bu nedenle Tora bu konuda istisna olan dört hayvandan bahsetmektedir: Gamal (deve), şafan (tahminen kaya porsuğu), arnevet (tahminen tavşan) ve hazir (domuz). Tora bunlardan ilk üçünün “maale gera” şartını karşıladığını, ama ikinci şartı karşılamadığını söylemektedir. Domuz ise ilk şartı karşılamamakta, ama ikinci şartı karşılamaktadır.

Burada bir parantez açarak arnevet konusuna değinelim. Eğer “maale gera” terimi gerçekten “geviş getirmeyi” kastediyorsa, o zaman arnevet “tavşan” olamaz, çünkü bilinen anlamda geviş getirdiği bilinen bir tavşan yoktur. Bazıları buna bakarak Tora’da yazanların doğruluğunu sorgulamıştır. Onlara göre bunu, hayvanlar âlemini tanımayan cahil biri yazmış olsa gerektir. Ama biraz düşünürsek bu yaklaşımda mantıklı hiçbir yan yoktur. Eğer bunu yazan kişi bir insansa ve tavşanın geviş getirmediğini bilmiyorsa, bunun aksini yazması için ne gibi bir sebebi olabilir? Bu kitabı getirip verdiği insanlar onu ciddiye alır mı? Tabii ki hayır! Böyle bir kitabı insanlara getiren kişi, kolaylıkla çürütülebilecek bir şey yazmayacaktır. Başka bir deyişle, bunu bir insan yazmışsa bile, kolayca çürütülebilecek bir şey yazmayacak kadar aklı başında olmalıdır. Bu da bizi bir vargıya götürecektir: Ya arnevet “tavşan” değildir (yukarıda “tahminen” yazmamın sebebi buydu), ya da maale gera terimi tam olarak “geviş getirmek” anlamına gelmemektedir.

İlk olasılık doğruysa, arnevet, her ne kadar günümüzde “tavşan” olarak biliniyorsa da, Tora’daki arnevet geviş getiren başka bir hayvan olmalıdır. Ama ikinci olasılık da doğru olabilir. Normalde geviş getiren hayvanlar yedikleri ve yuttukları bir yiyeceği tekrar ağızlarına getirip bir daha çiğnerler ve sonra sindirim sistemlerine geri gönderirler. Tavşanlarda böyle bir sistem yoktur, ama onlarda daha da ilginç başka bir sistem vardır. Tavşanların yiyip yuttuğu yiyecekler, kör bağırsağa gider. Orada özel bir muamele sonucu sümüksü bir tabaka ile örtülür ve dışkı olarak atılır. Bu yumuşak dışkının besin değeri büyüktür. Tavşanlar bu dışkıyı tekrar ağızlarına atıp yutarlar ve bu kez dışkı kör bağırsağa uğramadan kalın bağırsağa geçer ve katı dışkıya dönüşerek dışarı atılır.

Görüldüğü gibi, tavşanlar da yuttukları bir yiyeceği “bir daha ağızlarına getirerek” ikinci kez işlemden geçirmektedir. Bu açıdan “geviş getirmeye” benzer bir işlem söz konusudur. Sadece normal geviş getiriciler bunu vücutlarının içinde yaparken, tavşanlar bunu vücudun dışına atıp ikinci kez yiyerek yapmaktadır. Dolayısıyla “maale gera”, geviş getirmekten daha geniş – “yediğini tekrar ağzına getirip bir daha yemek” şeklinde – bir anlama sahip olabilir.

Her halükârda, Tora’nın listelediği bu dört hayvan dışında, iki işaretten sadece birine sahip olan başka hayvan yoktur. Bu da Tora’nın yazarının “tüm hayvanlar âlemine” hâkim olan, her birini tanıyan ve bu dördü dışında başka hayvan olmadığını rahatça söyleyebilen biri olması gerektiğini göstermektedir ki bu Yazar da ancak tüm hayvanları yaratmış olan Tanrı olabilir.

Tora balıklar için de iki işaret vermiştir. Pulu ve yüzgeci olan balıklar yenebilir. Bu işaretlerin her ikisine birden sahip olmayan bir balık ise yenemez. Talmud’un Hulin kısmının 66. yaprağında Hahamlarımız bu konuda önemli bir bilgi verirler: Tüm dünyada, pulları olup yüzgeci olmayan hiçbir balık yoktur. Dolayısıyla eğer bir kişi bir balık parçası bulmuşsa ve bu parçanın ne tür bir balığa ait olduğunu – kaşer bir tür olup olmadığını – tespit edemiyorsa, ama balığın derisinde pullar olduğunu görüyorsa, o zaman, o parçada hiç yüzgeç yoksa bile o parçayı yemesi serbesttir, çünkü bu balığın mutlaka yüzgeci de vardır. Buna karşılık, eğer kişinin bulduğu balık parçasında yüzgeç var, ama pullar yoksa, bu balığın kaşer türlerden biri olduğunu kesinleştirmediği sürece, sadece yüzgecin varlığına dayanarak onu yemesi yasaktır. Çünkü bir balıkta yüzgecin bulunması, onun pullarının da olduğuna dair bir kanıt teşkil etmez, zira yüzgeci olup pulları olmayan balıklar vardır.

Bu kural da, Tora’nın ancak ve ancak Tanrı tarafından verilmiş olabileceğinin kanıtlarından biridir. Zira Hahamlarımızın “pulları olup da yüzgeci olmayan balık yoktur” şeklinde kesin bir hükümde bulunabilmeleri için, tüm okyanuslarda var olan tüm balıkları incelemiş olmaları gerekirdi ki bu mümkün değildir. Böyle bir bilgiyi ancak, tüm canlıları yaratmış ve onların tüm niteliklerini bilmekte olan Tanrı, Moşe’ye iletmiş olabilir.

Tora kaşer kuşlar hakkında bir işaret vermemiş, bunun yerine, yenmesi yasak olan kuşların bir listesini vermiştir. Hahamlarımız bu listedeki kuşların ortak özelliklerini araştırmışlar ve bazı işaretler listelemişlerdir. Bunlardan bir tanesi de bu kuşların “dores veohel”, yani yırtıcı kuşlar olmaları, avlarını pençeleriyle ezip yemeleridir. Hahamlarımız bir insanın karakterinin, yediği yiyecekten etkilendiğini söylerler. Bu nedenle acımasız karaktere sahip hayvanlar kaşer değildir.

Tora’nın ve Talmud’un, çeşitli hayvanların kaşerut işaretleri hakkında yazdıklarını özetledikten sonra, kaşer olmayan kuşların verildiği listedeki kuşlardan ikisine değinmek istiyorum.

Bunlardan biri hasidadır. Diğeri de Devarim perek 14’teki ikinci listede raa olarak adlandırılan başka bir kuştur. Genellikle bu kuşların ilki leylek, ikincisi de çaylakla bağdaştırılır, ama bu konuda farklı görüşler vardır. Zaten burada bu kuşların kimliklerinden çok isimleri üzerinde duracağım.

Önce ilk kuşa değinelim. İbranice bilenler hasida isminin “hesed”, yani “iyilik, şefkat” sözcüğüyle bağlantısını gözden kaçırmayacaklardır. Talmud’da bu konu irdelenir: “Adı neden hasidadır? Çünkü arkadaşlarına hasidut yapar” (Hulin 63a). Raşi “hasidut (iyilik) yapar” ifadesini “yiyeceğini onlarla paylaşır” şeklinde açıklar. Bu davranışın övgüye değer olduğunu hepimiz takdir edebiliriz. Ama bu da bir soru işareti doğurmaktadır: Eğer bu kuş, ismi hasida olacak kadar iyilikseverse, neden kaşer değildir? Yukarıda belirtildiği gibi, kişinin karakteri, yediği yiyecekten etkileniyorsa, hasidanın iyiliksever karakteri neden onun kaşer olması için yeterli olmamıştır?

Bu sorunun cevabını Rojin’li Rabi Yisrael şöyle verir: Evet, hasida iyilikseverdir, ama Talmud’un belirttiği gibi sadece “arkadaşlarına hasidut yapar”. Kendi cinsinden hayvanlara şefkat gösterir, ama başka cinslere karşı acımasızdır. Ve bu, Yahudiler için hayranlık duyulacak bir karakter özelliği değildir. Tabii ki doğal olarak, her insan öncelikle kendi ailesini, kendi halkını düşünür; ama bu onun, diğerlerine karşı acımasız olmasını haklı kılmaz. Tanrı, Avraam’a “seni mübarek kılanları mübarek kılacağım… ve toprağın tüm aileleri senin aracılığınla mübarek kılınacak” (Bereşit 12:3) demiştir. Yahudiler bereketlerini, başarılarını, nimetlerini sadece kendilerine saklamamalıdır.

İkinci kuş ise raa olarak adlandırılmaktadır. Bu sözcük “raa – görmek” köküyle bağlantılıdır. Söz konusu kuş çok keskin bir görüş kabiliyetine sahiptir. Hahamlarımız bunu abartılı bir dille ifade etmişlerdir: “Babil’de durup, Erets-Yisrael’deki bir leşi görebilir” (Hulin 6b). Babil, Irak bölgesidir, ama genel olarak Diaspora’yı belirtir. Bu kuşun gözleri o kadar keskindir ki, çok uzak diyarlardan Erets-Yisrael’deki bir leşi görebilir.

Peki, bu kuş neden kaşer değildir? [Basitçe, Tora öyle dediği için elbette. Ama biz onun kaşer olmamasından ne öğrenebiliriz?] Raanın gözleri, evet, çok keskindir. Ancak bu keskin görüş kabiliyetini ne için kullanmaktadır? Erets-Yisrael’deki bir leşi görmek için! Erets-Yisrael’de görecek başka şey yok mudur? Sadece leş mi vardır orada? Bu kuş “leşle” beslendiği için, odak noktası budur. Kuşu suçlayacak değiliz. Ama ya insanlar? Erets-Yisrael’in dışında durup göre göre sadece olumsuzlukları görüyorlarsa, bu, Erets-Yisrael’de neyin olup olmadığından çok, bakanın neye odaklandığıyla ilgilidir. Ve sadece olumsuzluğa odaklanmak “kaşer” değildir!

Haydi, diyelim ki bu kişiler uzakta oldukları için, kendilerine çeşitli kanallarla servis edilen ne varsa onu görüyorlar. Ama ya Erets-Yisrael’in içinde olanlar? Acaba hepimiz burada olan olumlu şeylere odaklanıyor muyuz, yoksa hep neyin olumsuz olduğuyla mı ilgileniyoruz? Buradaki basını izleyenler Yisrael’in dünyanın en berbat yeri olduğu sonucuna varabilirler. Özellikle son zamanlarda sağlık sisteminin ne kadar sorunlu olduğunu, ne kadar eksiği bulunduğunu, korona krizinin ne kadar yanlış yönetildiğini, işsizliğin [sanki sıradan sebeplerle olmuş gibi] ne kadar arttığını ve “mehdal” (fiyasko) manşeti altında daha birçok şeyi okuyor, dinliyoruz. Tabii ki diğer zamanlarda da birçok farklı sorundan bahsediliyor. [İnanılmaz; ama bizi Nazilere benzeten Yahudiler bile var!]

İnsan düşünüyor… Yahu burada haber değeri olan hiç iyi şey yok mu? Bilim hiç ileri değil mi? Eğitim çok mu berbat? Ekonomi çok mu kötü? Gerek devlet bazında gerekse de halk içinde yardımlaşma hiç mi yok?

Neyse ki, Erets-Yisrael’in “dışından” burayı seyreden “kaşer” gözler var da, bazı iyi şeyleri onlar sayesinde görebiliyoruz. Geçen hafta Yisrael Devleti’nin, korona krizi bağlamında “en güvenli” yer olduğunu duyduk. Gerçekten de, tüm acı kayıplara rağmen, Yisrael, bir an önce sona ermesi için dua ettiğimiz bu krizde, en iyi durumda olan birkaç ülkeden biri. Bizim buradaki gözlerimiz neyi, nasıl ve neden görüyor bilmiyorum, ama – çoğu zaman olmasa da en azından bu örnekte – dışarıdan bakan gözlerin bizi bizden daha iyi gördüğünü anlamış bulunuyoruz. Devletimizin, dünyadaki herhangi bir doğal afette ilk yardım gönderen ve bu yardımı en iyi şekilde gerçekleştiren devletlerden biri olduğunu – yani hasida gibi sadece kendi cinsini düşünmediğini de biliyoruz.

Her şeyimiz mükemmel mi? Değil! Olamaz da! Ve her zaman daha iyisi için çalışmak, hatalara işaret etmek önemli ve tabii ki basının görevi de bu. Buna rağmen, sadece ve sadece kötüye odaklanmak, dahası, olumsuzluğu olduğundan çok daha abartılı bir şekilde sunmak, hatta olumsuz olmayan şeyleri bile olumsuzmuş gibi göstermek ne sağlıklı ne de adil bir tavır. Birçok şeyimiz, hatta çoğu şeyimiz gayet iyi. Bunu görmek için de çok keskin gözlere ihtiyacımız yok. Ayin tova, yani “iyi göz” – olumlu olana odaklanan göz – yeterli.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page