İçinden geçtiğimiz şu “acaip” günleri düşündükçe, insan kendine “nasıl oldu da, böyle bir senaryonun içine düştük?” diyor… Gerçekten de acayip bir senaryo! Kimin aklına gelirdi ki, Covid-19 salgınından kendini ve çevresindekileri korumak adına 2 milyar insan haftalarca evinde duracak… Koronavirüsünün saldığı korku, “koronoya” haline dönüştüğü bu zamanda, fiziksel sağlığımızın yanında, psikolojik, ruhsal ve mental sağlığımızı iyi ve yerinde tutmamız her şeyden daha önemli bence.
Esasına bakarsak, henüz tam ne olduğunu anlayabilmiş değiliz… Öyle bir senaryo içindeyiz ki, senaristin kim olduğunu merak etmeden duramıyoruz... bir (grup) insan mı, yoksa doğanın kendisi mi; onu dahi bilmiyoruz… Gerçeklerin su yüzüne çıkması belki de yıllar alacak… Ancak her tür spekülasyona, komplo teorilerine veya medyada yayınlananlara rağmen, akıl sağlığımız ve huzurumuzu sürdürülebilir kılmak için, kendimize bir “gerçek” seçip yolumuzda ilerliyoruz…
Hiç düşündünüz mü; niye bir seçim yapma gereği içindeyiz? Bu seçimi bizi zorlayan ne peki; kendimiz mi, yoksa zihnimiz mi?! Zihnimiz tabii! Zihin daima bir seçim yapmaya iter; ikilem, kararsızlık veya belirsizlik içinde olmaktan hiç hoşlanmaz… Hatırlayın, en son ikilemde kaldığınız anı… içinizde yaşadığınız o garip iç-kemiren duyguyu… bir türlü yola devam edememenin yarattığı huzursuzluğu… hangi seçimin en iyi olduğu ve en iyiyi doğuracağı merakıyla karışık kaygıyı… veya, üç beş adım sonrasının olasılıklarına karşı müthiş endişe ve korkuyu… “Ahh bir seçim yap da yolumuza devam edelim!” dürtüsüyle rahat vermez.
İnsan, sağlıklı, akıllı, ve var olan verileri açıklıkla analiz etme yetisine sahip. Ancak bu, kullandığı veriler ve kendine temel aldığı yöntemlerle çok bağıntılı. Soyut ve anlaşılması zor olan kavramalar bunlar… Şöyle basite indirgeyelim… Bizler, kendisi için en iyi olanı seçme eğiliminde olan varlıklarız. Haksız mıyım? Örneğin, markete gider, en körpe meyveyi, en taze sebzeyi, hatta daha iyidir diye en pahalı olanı seçme eğilimi gösteririz. Daha ötesi, sadece görünene kanmayıp, gerçekten en tatlısını almak ve beslenmek istemez miyiz? Karpuzu keserek alışımız, belki de, en çarpıcı örnek!
Peki, her daim bu kadar ince eleyip sık dokuyarak mı yapıyoruz seçimlerimizi? Bir sorunla karşı karşıya iken, aynı eğilimde miyiz? Bir düşünün… Sizin veya yakınlarınızın izlediği düşünce süreçlerini gözden geçirin… gözlemleyin… genellikle akla gelen senaryolar hangi yönde seyrediyor? …sanki hiç bir şey olmamış ve kaldığımız yerden devam edeceğimiz bir “mutlu son” mu; yoksa karanlık tarafın galip geldiği, “en kötü” senaryolu son mu? Veya, ikisinin arasında, kabul edilebilir, yaşanabilir, hatta ne derece zor olursa olsun, adapte edilebilir “yeni bir yol” mu?
Bireysel özellikler ve karakter farklılıklarından bağımsız, psikoloji ve nöroloji alanındaki bilimsel araştırmalar diyor ki, bizler olumsuza, en kötü senaryoya, var olan yanlışa veya noksana, hatta azlık/yokluk/kıtlık gibi olumsuz düşünme biçimlerine eğilimliyiz… Ama…. Yine aynı bilim dalları çok harika bir haber daha veriyor… Bizler öyle güçlü varlıklarız ki, doğru yönlendirmelerle zihnimizi eğitebilir, olumluyu, kabul edilir ve yaşanır senaryoyu, var olanı, hatta ve hatta bolluğu görebilir hale gelebiliriz. Ama nasıl?
İşte bunun cevabı ilerleyen haftalarda bu köşede yer alacak… “Pozitif Farkındalık” köşesi, var olanı görebilme yetimiz üzerine yoğunlaşacak hikayeler, anekdotlar, veya fikirlerle döşeli bir mecra olacak… Özellikle şu zorlu günlerde, en iyi sebze-meyveyi seçer gibi, zihnimizi bilinçle ve farkındalıkla, olası olumlu senaryoları seçmeye ve düşlemeye yönlendirmeye eğitebileceğiz…
Duygu, düşünce ve davranışlarımızın uyum içinde olduğu bir “huzur”, “esenlik”, ve “mutluluk” içinde bir yaşantı kim istemez ki…. Quantum fizikçileri der ki, “bizler kendi gerçeğimizi kendimiz yaratırız…” Bu durumda iş bize düşüyor! Var mısınız? Ben varım!
8 Nisan 2020 - Barcelona