Corona günleri sürüp gidiyor... Aslında, iki hafta önceki yazımda da belirttiğim gibi, evde otururken düşünmeye daha çok vakit ayırabiliyor, yaşam hakkında nice çıkarımlar edinebiliyoruz. Öte yandan, dış dünya ile sadece dolaylı ilişkide bulunduğumuz için, yazılacak konular da daha çok “teorik” olabiliyor...
İşte, yeniden yazı sırası bana geldiğinde bugün klavyenin başına oturup ekrana bir beyaz “Document 1” açtım... Önümde 600-700 kadar sözcük veya 4-5000 dolaylarında “vuruş” hakkım varken, çok sevdiğim 19. yüzyıl Alman yazarı Victor Auburtin’in ifadesiyle “masadaki boş kağıtlara şimdi yeni bir felsefe akımının temellerini atabilir, veya fizik alemini kökten değiştirecek bazı formüller dökebilirim – ancak ben gene de bir köşe yazısını kotarayım...” biçiminden, düşüncelere daldım!
“Gene bir corona yazısı çekilmez aslında” diye düşünürken en iyisi, sizleri bu karanlık günlerde birazcık gülümsetecek 3-4 fıkra sıralamak geldi aklıma... İşte “Savunmanın son çaresi – gülmek” başlıklı kitabımdan aliya ve İsrail ile ilgili birkaç örnek:
Bir – iki – üç..?
İsrail Devleti kurulduğunda, buraya göç edenlerin beraberlerinde getirdikleri kendi ev eşyaları için gümrük muafiyeti konmuştu.
Günün birinde, bir adam üç buzdolabı ile Haifa limanına varır...
Gümrük memuru, kaşlarını çatarak: “Bu üç dolap da kimin?!”
“Kendi evim için. Üçünü de ben kullanıyorum!”
“Bu nasıl olur ki?”
“Bakınız – izah edeyim: Biri, etli mamulleri koymak için; diğeri ise süt, tereyağı ve peynire ayrılmış...”
“Peki, bunu anladık... Ya üçüncü buzdolabı???”
“Eh – arada canım bir parçacık domuz eti de çekmeyecek mi?!”
Neresi en güzel..?
75 yaşındaki Salomon Abramovitch, her iki oğlunun İsrail kurulur kurulmaz oraya yerleşmelerinin ardından, tüm yaşamını geçirdiği Odessa’da pek yalnız kalmış. Bir yandan çocuk-torun özlemi, beri yandan Stalin döneminin baskıları onu S.S.C.B.’deki yaşamından bezdirir ve oğullarına bir mektup yazarak, yanlarına yerleşmek istediğini bildirir…
Çocuklar buna çok sevinir ve babalarına hemen İstanbul aktarmalı bir vapur bileti gönderirler. Uzun bir süre alan çıkış izin ve işlemlerinin tamamlanmasından sonra ihtiyar adam vapura biner ve çocukları ile torunlarının yaşadığı Haifa’ya ulaşır, büyük oğlunun evine yerleşir…
Ne var ki, daha üç ay geçmeden İsrail’deki sıcak iklimden ve ona çok değişik gelen ailevi yaşamdan sıkılır ve oğullarına “Yaşlı bir ağacı büyüdüğü topraklardan sökmeyeceksin...” diyerek, Odessa’ya geri dönmek istediğini söyler. Tüm ikna denemeleri başarısızlıkla sonuçlandığından, Salomon Abramovitch’e bir dönüş bileti alınır – ve aynı yoldan gerisin geriye!..
Eski mahallesine yeniden yerleşmesinden iki ay sonra ihtiyar adam oğullarına bir mektup daha yazar: “Burası daha da yavan oldu; tanıdığım herkes ya Sibirya’ya sürüldü, ya öldü veya başka ülkelere göç etti - ben buraya artık dayanamayacağım ve sizin yanınıza dönmek istiyorum.”. Oğulları aralarında tartışır ve yaşlı babalarına yeniden aynı vapur şirketinden bir bilet gönderirler, Salomon Abramovitch de Odessa-İstanbul-Haifa yolculuğuna çıkar ve bu kez küçük oğlunun yanına yerleşir…
Ancak – nafile!.. Bu kez dört ay dayanır, ancak bir Cuma akşamı tüm aile sofraya oturmuşken, Şabat duasının hemen ardından başlar: “Ya, çocuklar… Biliyorum, siz bana çok iyi bakıyorsunuz, hiçbir şeyim eksik değil - ancak sabah erkenden akşam geç saatlere kadar siz işte, çocuklar okulda ve ben çok yalnızım - Rusçadan başka bir lisan bilmiyorum ve bu mahallede hiç Rus yok - sokağa çıksam, sıcağa dayanamıyorum… Bırakın, ben Odessa’ma, doğduğum toprağa döneyim…”
“Ama, baba…” der her iki oğlu ve gelinleri bir ağızdan. “Artık karar ver! Sana neresi daha çok yarıyor – Haifa mı, Odessa mı?!?”
“İnanmayacaksınız, çocuklar – en güzeli, gemi yolculuğu!..
İsrailliler kimmiş..?
1967 İsrail-Arap “Altı Gün Savaşı” sırasında Berlin sokaklarında iki orta yaşlı Alman karşılaşır.
Hans, sevinçle: “Duydun mu Peter, İsrailliler Golan Tepeleri’ni almışlar, yakında Suriye’den bir şey kalmayacak. Ne müthiş asker bunlar, değil mi?!”
Ertesi gün, iki dost tekrar rastlaşır. Bu kez Peter, Hans’a döner: “Televizyondan izledin mi, İsrailliler şimdi Süveyş Kanalı’nı aşıp Kahire’ye doğru ilerliyor – tam bir zamanlar bizim General Rommel gibi!..”
İki gün sonra, yeniden karşılaşırlar. Bu kez Hans, somurtkan ve boynu bükük bir görünümdedir.
Arkadaşının “Ne oldu sana, hasta mısın?” sorusuna, şu tepkiyi verir: “Yaa, suratıma bir tokat yemiş gibi oldum... Sen biliyor muydun yoksa – ben bugün öğrendim: İsrailliler Yahudi’ymiş!?!”
İlahi Golda!...
İsrail’i ilk ziyaret ettiğinde, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in Başbakan Golda Meir’e şöyle söylediği rivayet edilir: “Bakınız, Sayın Başbakan, hemen baştan belirteyim: Ben önce Amerikalıyım, sonra ülkemin dış işlerinden sorumlu bakanım ve sadece en son olarak Yahudi’yim.”
Golda’nın cevabı ise hiç gecikmez: “O zaman muhakkak biliyorsunuzdur, ekselanları – bu ülkede sağdan sola doğru okuruz!”
Evet, değerli dostlar – benden de size sağdan sola doğru: פסח של בריאות ואושר