Corona quarantine Barcelona #Senin için evimdeyim…
Karantina 7. gün
Shirli Ender BÜYÜKBAY
Birinci haftayı doldurduk... Evden çıkmayalı 9 gün oldu. Yeni rutine o kadar adapte olmuşum ki, eskisi yabancı geliyor. Bugünün tek farkı var, bugün Cumartesi... Hafta sonu... yeeeyyyy.... :)))
Güne erken başlamak güzel; balkona, nefesimle ve kendimle buluşmaya çıktım... Ortalık sessiz ve sakinken, zihnim de kalbim de daha sakin... Ve karar verdim, bugün Cumartesi, tatil günü, 9. gün, kendime ödül vermeliyim... Bu günü, bir kaç saatliğine dahi olsa, rutinin dışında yaşamalıyım...
Elime çantamı, ceketimi, dezenfektan, eldiven, maske, anahtarlar ve atıştırmalık bir kaç ıvır zıvırı aldığım gibi arabaya bindim sahile gittim. Barceloneta sahili... Yollar bomboş, ne insan var ne araba... şehir ya uykuda ya da karantina'da…!!!
Suçluluk duygusuyla karışık bir heyecan... Kalbim pır pır atıyor... sahildeyim. Pırıl pırıl parlayan güneş kumsala, denize ve yüzüme vuruyor... "Oohhh... Dünya varmış, işte hayat bu!" dedirtecek kadar huzurlu ve özgürleştirici... Şükür!
Kumsalda en sevdiğim ve rahatlatıcı şey, sahilde dalgaların gelişini gidişini izlemek ve çıplak ayakla ıslak kum üstünde yürüyerek dalgaların ayağıma vuruşunu hissetmek… Su buz gibi! Dalganın sahile vuruşunu, oluşan köpükleri, sonrasında yavaş yavaş dağılıp yok oluşlarını, sonra yeni bir dalganın gelişiyle yeni köpüklerin oluşumu ve sonrasında yok oluşlarını izlemek... zihnime bir terapi gibi.... saatlerce izleyebilirim…. Kim bilir ne kadar süreyle orada durmuş, ayaklarım suda, kuma gömülü, dalgaların geliş-gidişimi izledim…. Her dalga gelişinde, köpüklerin belirip yok oluşu, kum taneciklerin ayak parmaklarımın arasına girmeleri, bir kısmının akıntıyla kurtulup gidişleri… Görüntü hep aynı, sanki bir birini tekrar eden takılmış plak gibi… Bizim karantina günleri gibi!
Ama yok, bugün farklı, dışarıdaydım ve deniz kenarında kendime bir iyotlu oksijen ziyafeti çektim… Ufuğa bakıp denizle göğün birleştiği noktaya daldım… Denizde hiç bir şey yok… Dümdüz… alabildiğince mavi ve maviii…. bu karenin içinde bir yelkenli olsaydı... İşte mükemmel olacaktı! Ufuğun içine dalmış, huzuru içime aldım… Nefes alıp verdim… içime, damarlarıma, ciğerlerime, kalbime, parmak uçlarıma kadar en küçük uzvuma kadar enerji depoladım….
Zaman ve mekandan tümüyle kopuk, öylece düşüncelere dalmışken, birden arkamdan bir ses: “Anneeee…hadi kahvaltı edelim!”, ve hemen ardından, “Kızım bırak anneni, meditasyon yapıyor, bitirince gelir…” diyor… Gözlerimi açıp, etrafıma baktım… balkonumdaki sandalyemdeyim… “tamam, iki dakika izin verin, geliyorum” deyip, zihnimde çıktığım yolculuğu, kaçamağı, ve bende yarattığı hisleri sentezledim. Gerçekten gittim mi oralara? Gerçek ile hayalin farkı ne? Peki ya hislerim, depoladığım enerji, tattığım özgürlük hissi, rutinin dışına özgürce istediğimi yapmış olma mutluluğu, ve gelecek günlerin getireceği belirsizliklere karşın bir kaç dakika veya saatte (zaman kavramına girmeyeceğim bile) biriktirdiğim umut…. Bunlar hepsi benimle beraber… ve gayet de gerçek!
Sonuçta, virtual reality, sinema, tiyatro, TV, kitap, vs. ile bulunduğumuz fiziksel mekanımıza rağmen, başka bir gerçekliğe gidebiliyorsak madem, neden kendi zihnimizin yarattığı hayali gerçekliğiyle yolculuğa çıkamıyoruz…Hele ki, şu zorlu günlerimizde, takılmış plak gibi aynı güne kalktığımızı düşünürsek…Her şey bize ve zihnimize oynadığımız oyunlara bağlı….
Bugün zihnimde sahile gittim…. yelkenli yoktu…Yarın Pazar…belki yarın yelkenliyle rüzgara karşı saçlarımı uçura uçura yolculuk yaparım…. Belki başka yerlere giderim… Ya siz? Not: Bu arada, burada sokağa çıkış ve dolaşma şartlarını regüle etmeye başladılar. Sebepsiz yere çıkışı önlemeye çalışıyorlar. Bence iyi de ediyorlar... Barcelona’dan Shirli