Tanrı’nın Mişkan’ın inşası hakkında vermiş olduğu talimatları önceki üç peraşada okumuştuk. Bu haftanın iki peraşası, Vayakel ve Pekude’de Moşe söz konusu talimatları halka iletmekte ve gereken işler yapılarak Mişkan’ın inşası tamamlanmaktadır. Ancak Moşe talimatlarına geçmeden önce bir uyarıda bulunmaktadır:
“[Bahsedeceğim] İş, altı gün boyunca yapılabilir; fakat yedinci gün sizin için kutsal olacaktır. [Bu,] A-Şem Adına, tam bir işten el çekme günüdür” (Şemot 35:2).
Hepimizin takdir edeceği üzere, Mişkan’ın, yani Bet-Amikdaş inşa edilene kadar her türlü ibadet ihtiyacına hizmet edecek olan bu portatif tapınağın inşası oldukça önemlidir. Bu nedenle insanlar söz konusu işin, önem açısından Şabat’ı ikinci plana atacağını düşünebilirlerdi. Moşe bu uyarısıyla böyle bir şeyin söz konusu olmadığını söylemekte ve eklemektedir: “[Bu gün] içinde iş yapan, idam edilecektir.”
Günümüzde insanların çoğunluğunun Şabat’ı ve önemini anlamadığı bir gerçektir. Tabii ki haftada bir gün işleri bırakıp tatil yapmak kadar mantıklı bir şey olamaz. Açıkçası, eski dönemlerde bu bile insanlar tarafından bariz bir şey olarak görülmemekteydi. Haftada bir günün tatil olması fikri bildiğimiz kadarıyla Yahudilikle başlamıştır. Her halükârda günümüzde bu artık tüm insanlık tarafından kabul edilmiş bir uygulamadır. Ama acaba “tatil yapmamak” neden cezalandırılmalıdır? Hem de öyle basit bir ceza değil, idam cezasıyla?! İşte bunu anlamak gerçekten zordur.
Her şeyden önce bir noktayı açıklığa kavuşturmakta fayda var. İdam cezası çok ağır bir ceza olmakla birlikte, Yahudilikte yaygın olarak uygulanmış bir ceza değildir. Bunun birçok sebebi vardır. Aslında bugün bahsetmek istediğim konu bu değil, ama kısaca söylemek gerekirse, Tora’ya göre insani bir mahkemenin idam cezasını uygulayabilmesi için, iki geçerli şahidin – ki geçerli bir şahit çifti olmak için de birçok şartın yerine gelmesi gerekir – kişiyi eylem anında görmesi, gidip onu açık bir dille uyararak “Sakın bunu yapma, çünkü yaparsan Tora’ya göre bunun cezası idamdır” demesi, eylemde bulunan kişinin, onların açıkça duyabileceği şekilde “Olsun; buna rağmen yapacağım” demesi ve eylemi gerçekleştirmesi gerekir. Aksi takdirde bu cezanın uygulanması mümkün değildir. Takdir edilir ki, bu şartların hepsinin yerine gelmesi çok zordur ve Hahamlarımız bu cezanın yetmiş yılda bir bile uygulanmadığını boşuna söylememişlerdir. Ama teoride, yetkili bir mahkemenin bulunduğu bir dönemde bu ceza Şabat ihlali için uygulanabilirdi. Bu da Şabat ihlalinin hiç de basit bir şey olmadığının bir göstergesidir. Nedir Şabat’ın önemi?
Bu köşeyi takip eden okurlar, Bundan iki ay kadar önce Vaera peraşası ile ilgili yazımda Tanrı ile Bene-Yisrael arasındaki antlaşmanın üç işareti olduğundan bahsettiğimi hatırlayacaklardır. Bu işaretler, berit mila, tefilin ve Şabat’tır. Şabat’ın bu işaretlerden biri olduğunu geçen haftaki Ki Tisa peraşasında görmekteyiz:
“Şabatlarım’ı gözetmelisiniz. Zira [Şabat], sizi Benim – A-Şem’in – kutsal kıldığımın bilinmesi için, nesilleriniz boyunca, sizinle aramda bir işarettir… Bene-Yisrael, Şabat’ı nesilleri boyunca ebedi bir antlaşma şeklinde uygulayarak Şabat’ı gözetmelidirler. [Çünkü] O, Bene-Yisrael ile aramda, Tanrı’nın gökleri ve yeryüzünü altı günde yaptığına, yedinci günde ise işi bırakıp istirahat ettiğine dair ebedi bir işarettir” (Şemot 31:13-17).
Neden bir istirahat günü, Tanrı ile Yisrael arasındaki antlaşmanın bir işareti olmalıdır? Ve bu istirahatin niteliği nedir?
Bu sorunun cevabı, Mişkan’ın inşaatıyla Şabat arasındaki “çatışmada” yer almaktadır. Önce de belirtildiği gibi, Mişkan inşa edilecektir, ama bu işler Şabat günü durdurulacaktır. Bu da bize Şabat günü istirahatten ne kastedildiğini, yani bu günde “ne yapmamak” gerektiğini öğretmektedir: Mişkan’ın inşasına dair her türlü işi ve buradaki ibadete dair her türlü hazırlık işini Şabat günü yapmak yasaktır. Hahamlarımız bu sınıfa giren otuz dokuz tane iş kategorisi listelemişlerdir. Söz konusu işler “melaha” terimiyle anılır. Acaba bu terim Tora’da başka hangi konunun bağlamında geçmektedir?
Şabat akşamı söylediğimiz Kiduş’un metnini aklınızdan şöyle bir geçirin: “… Vayhal E-lokim bayom aşevii melahto aşer asa. Vayişbot bayom aşevii mikol melahto aşer asa. Vayvareh E-lokim et yom aşevii vaykadeş oto, ki vo şavat mikol melahto aşer bara E-lokim laasot – Tanrı, yedinci günle, yapmış olduğu işini tamamladı ve yedinci günde, yapmış olduğu tüm işini bıraktı. Tanrı yedinci günü mübarek kıldı ve onu kutsal ilan etti; çünkü Tanrı, yapmak üzere yaratmış olduğu tüm işini, bu günde bırakmıştı” (Bereşit 2:2-3).
Melaha herhangi bir iş değildir. Melaha sınıfında olmayan işler de vardır ve Şabat günü bunları yapmak Tora’ya göre yasak değildir. Şabat günü yapılması yasak olan işler melaha sınıfında olanlardır. Öyleyse soru bellidir: Melaha nedir?
Melaha, Tanrı’nın dünyayı yaratırken yaptığını söylediği işlerdir. Başka bir deyişle melaha sınıfındaki işlerin ortak noktası “yaratıcılıktır”. Rabi Şimşon Raphael Hirsch melaha terimini şöyle tanımlar:
“Bir şey [cisim veya eşya] üzerinde, herhangi bir düşünceyi, insanın ustalığının kullanımıyla, potansiyelden fiiliyata dökmek. Veya genel bir deyişle: [melaha,] insanın ihtiyacı için herhangi bir şeyi üretmek, tesis etmek ve işlemektir – ama bedensel efor değildir. İnsan günün bütünü boyunca emek sarf edebilir; ama eğer herhangi bir şey yaratmamışsa ve bir şey üzerinde herhangi bir düşünceyi potansiyelden fiiliyata dökmemişse – hiçbir ‘melaha’ yapmış değildir. Buna karşılık, eğer insanın ihtiyacı için, bir şey üzerinde, insani ustalık kullanımıyla, hiçbir efor sarf etmeksizin [dahi olsa,] herhangi bir değişiklik yapılırsa [ki o şeyi üretmek de bu sınıftadır], bu ne kadar hafif bir değişiklik olursa olsun, [Şabat günü bunu yapan kişi] Şabat’ı ihlal etmiş olur” (Horev 144).
Tanrı insanı, düşünme, planlama ve planladıklarını çeşitli becerilerle yaratıcılığa dökerek, üretme, onarma, tesis etme ve yaratma kabiliyetleriyle donatmıştır. İnsan yaratıcı bir yaratıktır. Bu kabiliyetleri, doğa üzerinde hâkimiyet kurarak dünyayı kendi ihtiyacı için geliştirmek, ilerletmek ve bayındırlaştırmak için potansiyelden fiiliyata geçirebilir. Yaratıcılığıyla toprağı ekip biçerek yiyeceğini elde edebilir, muazzam gökdelenler dikebilir, harikulade sanat eserleri üretebilir. Tanrı insana tüm bu kabiliyetleri işte tam da bu amaçla vermiştir. Dünyayı geliştirmek, bayındır kılmak ve ilerletmek için. Kısaca belirtmek gerekirse, Tanrı, insana bir nebze tanrısallık vermiştir.
Ama tüm bu artıların yanında büyük bir eksi vardır. Dediğim gibi: insan yaratıcı bir yaratıktır – ama yine de bir yaratıktır; yaratılmıştır. İnsan tüm bu başarılarına, tüm bu yaratıcılığına, zekâ ve becerilerinin tüm bu eserlerine – sahip olduğu tüm bu tanrısal yeteneklere – bakarak kendisini tanrı olarak görebilir. Öyle ya, o mükemmel mimari eser kendi başarısıdır. O şaheser tablo kendi düşünce ve uygulamasının bir sonucudur. O sebze, meyve, tahıl, ekmek, yiyecek – hepsi kendi çalışmasının, emeklerinin ve yaratıcılığının eserleridir. Tüm bunlara bakan insan, asıl gerçeği, dünyayı Tanrı’nın yarattığını, kendisine tüm bu yetenekleri ve yeteneklerini fiiliyata dökebilmek için ihtiyaç duyduğu tüm doğal araçları sağlayanın Tanrı olduğunu unutabilir.
Bu nedenle Tanrı şöyle demektedir: “Sana tüm bunları özellikle kullanman ve yaptıklarını başarman için verdim. Ama haftada bir günlüğüne bunlardan vazgeç. O gün hiçbir şey yaratma. Hiçbir şey üretme. Tamir de etme. En ufak bir şeyi bile. Tek harf bile yazma. Tek kıvılcım bile çakma. Tanrı olmadığını hatırla. Tanrı’nın Ben olduğumu hatırla. Dünyayı Benim yarattığımı tüm dünyaya ilan et. Dünyayı Beni yarattığımın tanığı ol.”
Görüldüğü üzere Şabat her ne kadar tatilse de, tatilden ibaret değildir. Yahudi, Şabat günü işten – melahadan – el çekmekle Tanrı’ya tanıklık eder. İşte Tora bu nedenle Şabat’ı “Bene-Yisrael ile aramda, Tanrı’nın gökleri ve yeryüzünü altı günde yaptığına, yedinci günde ise işi bırakıp istirahat ettiğine dair ebedi bir işarettir” ifadesiyle tarif etmektedir. Şabat bu nedenle önemlidir ve ihlali bu nedenle son derece ağırdır. Şabat bu nedenle Yahudilerin ve Yahudiliğin alametifarikasıdır. Tora’ya bağlı Yahudilerin, Şabat’a bu kadar önem vermelerinin, Şabat’ın – özellikle de Yahudi devletinde – alenen ihlali karşısında bu kadar duygusal tepki vermelerinin sebebi budur.
Hiç şüphe yok ki, günümüzde Şabat’ı Tora’nın emrettiği şekilde uygulamayan kişiler bunu Tanrı’ya bir isyan veya O’nu inkâr olarak değil, basitçe bilgi eksikliği nedeniyle ve bu yönde yetişmiş olmadıkları için yapıyorlar. Belki yapmak istiyorlar, ama alışkanlıkları, bazı şeylerde kısıtlanma korkuları bunun önüne geçiyor. Belki de “Bence Şabat’la Tanrı’ya tanıklık etmek arasında bir bağlantı yok” diye düşünüyorlar. Bu yazının amacı insanları yaptıkları veya yapmadıkları şeyler için yargılamak, ikaz etmek veya kınamak değil, sadece Şabat konusunun neden bu kadar önemli olduğuna biraz ışık tutmaya çalışmaktan ibaret. Daha önce Mişpatim peraşasında vurguladığım gibi, herkesin kendi dünya görüşü, değer yargıları vardır. Bunlar insandan insana farklılık gösterir. Ama kalbimizi odaklamamız gereken asıl soru şudur: “Acaba bu konuda Tanrı ne düşünüyor?”
Tanrı ne düşündüğünü Tora’da açıklamıştır: “Sizinle aramda bir işarettir o”.
*
Not: Hepimiz – tüm dünya – olağanüstü günler yaşıyoruz. Hiç şüphe yok ki, dünyayı Tanrı yönettiğine göre, tüm bu olanlarda bir mesaj olması gerekir. Herkes kendi mesajını çıkaracaktır. Naçizane benim çıkardığım mesaj, Şabat’ın mesajıyla doğrudan bağlantılı. İnsanoğlu birçok yönden çok başarılıdır. Ama bu başarısı asıl Kral’ın kim olduğunu unutmasına sebep olabilir. Belki de Tanrı, hepimize biraz tevazu dersi vermek istiyordur. Her şey biz değiliz. Her şey bizim eserimiz değil. Her şey bizim kontrolümüzde de değil. İşte, dünya normal seyrinde giderken, görünmeyen bir virüs – adı “taç” olan ve krallığı hatırlatan bir virüs! – tüm dünyayı kısa süre içinde alt üst etmeye yetebiliyor. Şüphesiz – öyle umuyorum ki – insanoğlu bilimle, araştırmayla, bilgi birikimiyle, düşünce, planlama, üretme kabiliyetiyle, bu meselenin de üstesinden gelecektir. Hepimiz gibi ben de bunun bir an önce olmasını, umuyorum. Ama bu olduğu zaman da, insan söz konusu çözümü bulması için ihtiyaç duyduğu her şeyi, aklı, beceriyi ve araçları kendisine Tanrı’nın sağladığını unutmamalıdır. Ünlü bir fıkrada anlatıldığı gibi:
Bilim adamları bir gün Tanrı’ya gelirler ve bir beyanda bulunurlar: “Artık bir insan yaratmak için gereken bilgi ve kabiliyete sahibiz!” Tanrı ilgilenir. “Çok güzel der. Anlatın bakalım, nasıl yapıyorsunuz?”
“Önce biraz toprak alıyoruz…” demelerine kalmadan Tanrı sözlerini keser: “Bir dakika, bir dakika. Kendi toprağınızı kendiniz getirin…”
Tanrı’nın hepimizi, tüm insanlığı, büyük ve küçük felaketlerden esirgemesi ve bu zorlu dönemin en kısa zamanda sona ermesi için dua edelim.
Şabat Şalom