Geçtiğimiz hafta içinde Kanal 12 televizyonunda iki gün arayla iki bölüm olarak yayınlanan Haim Etgar’ın “Hasifa” adlı 11 yıl önce intihar ederek yaşamını sonlandıran ünlü komedyen Dudu Topaz hakkında yaptığı belgesel programı şaşkınlıkla izledim. Para, çevre, şöhret ve üç çocuk sahibi bir insan nasıl bir hiç veya egosu uğruna şiddete başvuran bir kişiye dönüşebilmişti?
Hayatını sonlandırmadan kısa bir süre önce hapiste boşandığı eşi ile birlikte kendisini ziyarete gelen beş yaşındaki çocuğunun “baba” diye Dudud Topaz’a sarılması, dizinin bitiminde bugün otuzlu yaşlarda olmaları gereken çocuklarının ekranda beliren; “babamızı hep yaptığı kötülüklerle değil iyi yanları ile de hatırlayın, o tüm bir halkı yıllar boyu güldürmeyi becerebildi” yazısını okuduğumda kanım dondu.
Ve zamanında Şalom’da yazdığım başyazıyı hatırladım. Okudum ve geçerliliğini hiç yitirmediğini düşündüm.
17 Haziran 2009
“İsrail’in ünlü talk show sanatçısı Dudu Topaz’ı Türkiye’de tanıyan pek azdır. Gündeme gelme sebebi basınımıza da kısa haberler olarak yansıyan bu ünlü komedyenin acıklı, acıklı olduğu kadar da çarpıcı ve ibret verici öyküsünü aktarmak istedim.
Ünlü ‘talk show’ sanatçısı Dudu Topaz şöhreti 1978 yılında yakalar. 1981’de İşçi Partisi’nin Tel Aviv’deki Yitshak Rabin Meydanı’nda (o yıllarda adı Kikar Malchei Yisrael idi) konuk sanatçı olarak gerçekleştirdiği konuşmada Menahem Begin’in lideri olduğu Likud Partisi’ni ‘Çahçah’ların partisi olarak nitelendirir ve ‘Çahçah’ların bu meydanda yer almamalarından memnuniyet duyduğunu belirttir.
Begin ise seçim propagandası sırasında kürsüden, ‘Çahçah’ kelimesini ilk kez Topaz’ın ağzından duyduğunu ve bu tür ayırımcı tavırları sert dille kınadığını ifade eder.
‘Çahçah’ sözü çoğunluğu Sefarad Kuzey-Afrika kökenlilerin belli bir kesimini küçümsemek amacını taşıyan, onların görgüsüzlüklerini betimleyen, dilimize ‘hırt’ olarak tercüme edilebilecek argo bir kelimedir.
1981 yılında gerçekleşen seçimlerde Sefaradlar, belki de bir tepki sonucu, genelde Aşkenazların oyunu alan Likud Partisi’ni destekledi ve yeniden, daha güçlü olarak iktidarı kazanmasını sağladı.
Her şeye karşın özellikle farklı kökenden gelen Yahudilerin konuşma tarzlarını, davranışlarını son derece başarılı bir üslupla taklit eden Topaz 25 yıla yakın bir süre televizyon programlarında ‘reyting kralı’ unvanını sürdürdü ve halkın her kesimi tarafından sevildi. Komedyenlik yeteneğinin yanı sıra, sivil toplum kuruluşları ile işbirliği içinde, televizyon programlarında düzenlediği kampanyalarda, eğlencenin yanı sıra büyük bağışlar toplaması da sanatçıyı ‘yardıma muhtacın’ sorunlarını çözümleyen gözde kişi, örnek imaj haline getirdi.
Ne var ki Topaz, üç yıl kadar önce önerdiği programın Kanal 2 televizyonu yöneticileri tarafından reddedilmesi üzerine kısa bir süre Kanal 10 televizyonuna geçti ve izleme oranının giderek düşmesi ile tamamen inzivaya çekildi.
Geçtiğimiz hafta İsrailliler şok bir haber ile karşı karşıya kaldılar. Dudu Topaz, Kanal 2’nin üst düzey yöneticisi Avi Nir, program yönetmeni Shira Margalit (ünlü spiker ve yazar Dan Margalit’in kızı) ve Boaz Ben-Tzion’a saldırılar düzenletmek suçundan polis tarafından gözaltına alındı.
62 yaşındaki Topaz başlangıçta şaşkındır, “ispatlasınlar görelim” der; ancak tutuklanarak ‘Abu Kabir Cezaevi’ne sevk edildiğinde, polis sorgusunda tüm umutlarını yitirir ve avukatlarının bilgisi dışında suçunu itiraf eder. Mafya ile ilişkiyi sağlayan kişi ve iki saldırgan tutuklanır.
En az 10 yıl hapse mahkûm olacağına kesin gözüyle bakılan sanatçı koğuşunda kendisine tedavisi için kullanması gerekenin beş katı dozajda ensülin iğnesi zerk ederek intihara kalkışır. Başaramaz ama bu kez kameralar ile gözetim altında tutulan beş kişilik hücrede, ancak kameraların bulunmadığı tuvalette, elektrik kordonu ile kendini asarak yaşamını sonlandırır.
Dudu Topaz gerçekten mi intihar etmek istemiştir, yoksa ruhi dengesinin bozulduğunu kanıtlamak mıydı amacı?
Birkaç milyon dolar değerinde bir villada, emrinde sayısız hizmetkâr ile müreffeh bir yaşam süren, ‘her şeye muktedir’ bir kişinin bir anda ne zaman yemek yiyeceği veya ihtiyacını giderebileceği, hangi saatlerde koğuşundan çıkıp hapishane avlusunda volta atabileceği gardiyanlar tarafından belirlenince bunalıma düşmemesi mümkün müdür? Soğukkanlılığını kaybedip suçunu 24 saat içinde üstlenmesi de bu kırılmanın bir sonucu değil mi?
İnsanı nefsine sahip olamayacak hale getiren ve suç işlemeye iten bu hırs, bu dürtünün bir açıklaması var mıdır?
“Gurur yıkımın önünden gider ve kibirli bir ruh düşüşün önünden…” (Kral Şlomo’nun özdeyişlerinden)