Bu yazıdaki Tora öğrenimi, beş yıl önce kaybettiğimiz ve önümüzdeki Pazar günü saat 19:00’da Bat Yam Mahazike Tora sinagogunda anacağımız, İstanbul’daki eski Bet Din üyelerinden, Mahazike Tora Haham Akaal’ı, hocam, ravım ve eniştem, Rav Eliyau Koen’in (z.ts.l.) iluy neşamasına adanmıştır.
* * *
Geçtiğimiz hafta Şemot peraşasının sonunda Moşe Rabenu Tanrı’ya yakınmış, kendisini görevlendirip Mısır’a göndermesinden sonra halkın durumunun iyiye gitmek bir yana, daha da kötüleştiğini belirtmişti. Tanrı da onu, “Paro’ya yapacaklarımı şimdi göreceksin. Onları salıvermeye zorlanacak. [Üstelik,] Onları ülkesinden güç kullanarak kovacak” (Şemot 6:1) sözleriyle temin etmişti. Nitekim bu peraşada hepimizin bildiği on bela serisi başlamakta, bunların ilk yedisi yer almaktadır. Ancak belalarla ilgili anlatıma geçmeden önce Tanrı, Moşe’ye halka bir bildiride bulunması talimatını vermektedir:
“Bene-Yisrael’e [Benim Adıma şöyle] söyle: ‘Ben A-Şem’im. Sizi Mısır’ın yükü altından çıkaracağım ve sizi onların [köleleştirici] işlerinden serbest kılacağım. Sizi [büyük bir] güç gösterisi ve sert yargılar eşliğinde özgürlüğe kavuşturacağım. Sizi Kendime Halk olarak alacağım ve sizin Tanrı’nız olacağım. Böylece Benim, sizi Mısır’ın yükü altından çıkaran Tanrı’nız A-Şem olduğumu bileceksiniz. Sizi, Avraam’a, Yitshak’a ve Yaakov’a vereceğime yemin ettiğim Ülke’ye getireceğim. Onu size miraslık vereceğim; Ben A-Şem’im!’” (Şemot 6:6-8).
Bu yazımda, birçok kez – özellikle Yahudi olmayanlar tarafından – yanlış anlaşılan, ama birçok Yahudi’nin de hatalı sonuçlar çıkarabildiği veya anlamını – önemini – kavramaktan uzak kaldığı biraz nazik bir konuya değinmek istiyorum. Tanrı’nın Yisrael’i “Kendine Halk olarak alması”; ya da daha iyi bilinen terimiyle “seçilmiş halk” kavramı.
Şüphesiz, bu kavram, tarih boyunca Yahudilere yönelik düşmanlıkta önemli bir rol almış, Yahudiler kendilerini başka halklardan üstün görmekle itham edilerek birer nefret hedefi haline getirilmişlerdir. Kötü niyetlileri bir tarafa ayırsak bile, gerçekten de bir konuyu iyice anlamakta fayda vardır. Tanrı neden bir halkı Kendisi için özel bir halk olarak seçsin?
Bu soruyu anlayabilmek için biraz arka plan bilgiye ihtiyaç var. Her şeyden önce şunu belirtmek isterim ki, bu sayılı satırlar içinde tüm detayları açıklamanın ve her soruyu yanıtlamanın olanağı yok. Ayrıca burada yazacaklarım, benim yıllar içinde çeşitli kaynaklardan okuduğum bilgilerin bir özeti niteliğinde olacaktır.
Öncelikle, Tanrı dünyayı, evreni neden yaratmıştır? Bizim bu soruyu doyurucu bir şekilde cevaplamamız mümkün değil. Tanrı’ya herhangi bir yaratma “ihtiyacı” veya “arzusu” atfetmek de bizim harcımız değil. Bizim Tanrı’yı, yaptıklarını, yapmadıklarını ve tüm bunların ardındaki sebepleri anlamamız olanaksızdır. Ama Tora’nın birçok yerinde, ve özellikle de bu peraşa içinde tekrar edilen bir tema gözden kaçmamaktadır. Bir örneği yukarıdaki alıntıda yer aldığı üzere “Benim… Tanrı’nız A-Şem olduğunu bileceksiniz.” Veya peraşanın ilerleyen kısımlarında görüldüğü gibi: “Şunu bilmen için ki Tanrı’mız A-Şem gibisi yoktur” (Şemot 7:6). “Şunu bilmen için ki Ben, A-Şem dünyanın içindeyim” (Şemot 8:18). “Sana gücümü göstermek için ve İsmim tüm dünyada anlatılsın diye” (Şemot 9:16).
Örnekler çoğaltılabilir. Ve tekrar etmekte fayda var. Tanrı’ya herhangi bir zaaf, gurur vb. insani nitelikler atfetmeye hiç yer yok. Ama bu örneklerden açıkça görülen bir nokta şudur: Tanrı, insanların Kendisini bilmelerine, tanımalarına, gösterdiği yola uygun şekilde hareket etmelerine önem vermektedir. Nedeni üzerinde spekülasyonlar yapmak mümkün olsa da aslında bu önemli değil. Sonuç olarak bu bir veri ve biz de sadece bu veri üzerinden hareket etmek durumundayız.
Ve bu veriye dayanarak, Tanrı’nın dünyayı yaratma sebep veya amaçlarından birinin de, insanların O’nu tanıması, bilmesi, gösterdiği yolda yürümesi – ve tüm bunları, özgür bir muhakeme sonucunda, zorlamayla değil, kendi bilinçli tercihiyle yapması – olduğu anlaşılmaktadır. Tüm insanların tek bir atadan gelmesi fikri de bu amacın bir ürünü olarak kabul edilebilir. İlk insan Adam yaratıldığı zaman “seçilmiş halk” diye bir kavrama ihtiyaç yoktu. Daha doğrusu bu “seçilmiş halk” insanlığın tümüydü. Şayet insanlık kendisinden beklenene uygun davransaydı, Tanrı’ya bağlı yaşamayı sürdürseydi, gerçekten de herhangi bir grubun özel olarak seçilmesine gerek olmazdı.
Ama öyle olmadı. Henüz üçüncü nesilde, Şet’in oğlu Enoş zamanında insanlar putperestliği icat etmeye, Tanrı’yı unutmaya başladılar. Öyle ki, her nesilde sadece sayılı kişiler, Adam’dan almış oldukları öğretiyi devam ettirmekteydi. İnsanlık, bu sayılı özel şahsiyetler haricinde, Tanrı’yı on nesil içinde tamamen unuttu. Bunun üzerine Tanrı, B planına geçti. İnsanlığa – tüm insanlığa – yeni bir şans verecekti; ama bunun için öncelikle “sil-baştan” yapması gerekiyordu. Büyük Tufan gerçekleşti. Tanrı’ya sadık bulunan Noah’la birlikte yeni bir sayfa açıldı. Tufan’dan sonra Tanrı, Noah’la bir antlaşma – Berit – yaptı. Bundan böyle tüm insanlık silinmeyecekti, ama önceki nesillerin olumsuz yolunu tutturmaları halinde bunun bir bedeli olacaktı. Tüm insanlık “seçilmiş halk” olma şansını bu kez tamamen kaçıracaktı.
Ve öyle de oldu. Nesiller ilerledikçe insanın kötü eğilimi ağır bastı. Tufandan nispeten kısa bir dönem sonra tekrar çoğalmaya başlayan ve hâlâ aynı bölgede yaşayan insanlar Babil kulesi olayıyla Tanrı’ya isyan bayrağı açtılar. Bu olay sonrasında Tanrı insanları çeşitli dil ve ailelere bölerek dünyanın çeşitli yerlerine dağıttı. Noah’la yapılan antlaşma tüm insanlık içindi; ama artık bu şans kaybedilmişti. Terim olarak burada kullanılması uygun kaçar mı bilmiyorum ama, “tümdengelim” yöntemi işe yaramamış, Tanrı’nın öngördüğü, herkesi kapsayacak, “insanlığın Tanrı’yı toplu halde tanıma ve benimseme programı”, bir robot olarak değil, özgür iradeye – hatta Yaradan’ına bile başkaldırabilecek kadar özgür bir iradeye – sahip bir varlık olarak yaratılmış olan insan tarafından, sözün gelişi “boşa çıkarılmıştı”. [Not: Önceki yazılarımda Tanrı’nın planıyla insanın özgür iradesi arasında bir çelişki gibi görünen duruma ve ikisi arasındaki tamamlayıcılığa değinmeye çalışmıştım. Dolayısıyla burada yazdığım her şeyi orada anlatmaya çalıştıklarımın ışığında değerlendirmekte, örneğin insanın Tanrı’nın planını “boşa çıkarması” diye ifade ettiğim şeyi de belli bir perspektifte tutmakta fayda var. Aynı şekilde, “Tanrı olacakları önceden bilmiyor muydu?” gibi bir soruya da bu noktada değinemeyeceğim.]
Tümdengelim rafa kaldırıldı. Tümevarım yöntemine geçildi. Eğer Tanrı’nın isteği tüm insanlığa bu toplu bir şekilde kabul ettirilemiyorsa, bunu gönüllü bir şekilde, istekle yapacak bir kişi veya grup olacak ve bu grup, Tanrı’yı ve öğretisini tarih boyunca dünyaya özümsete özümsete, örnek teşkil ederek, çeşitli şekillerde onlarla temas ederek aşamalar halinde tanıtacaktı. İşte Tanrı, Berit, yani antlaşmasını bu grupla yapacaktı. Üstelik bunun atası olacak kişi, Tanrı’yı kendisi arayan, kendisi keşfeden biri olacaktı. Bu açıdan “seçilmişliğin” karşılıklı olduğu söylenebilir. Tanrı, Kendisi’ni arayanı seçmiştir. Ve hepimizin bildiği gibi, bu kişi Avraam’dır. Berit onunla yapılmıştır (bkz. Bereşit perek 15).
Avraam, “ivri”, yani “öte yanda olan” lakabıyla anılır. Tüm dünya bir yandaydı, Avraam’sa diğer yanda. Dünyada hâkim olan tüm inançlara meydan okuyarak Tanrı’yı tanıtmaya başladı. Böylece Tanrı, antlaşmasını onunla yaptı. Avraam’ı bu seçilmiş halkın atası yapan çok önemli bir özelliği daha vardı. Tanrı’nın sözleriyle: “Çünkü onu tanıyorum. [Avraam,] çocuklarını ve ardından gelecek ev halkını emirle bağlayacak ve [onlar da] Tanrı’nın Yolu’nu, yardımseverlik ve adaleti yerine getirerek koruyacaklar” (Bereşit 18:19).
Bu pasukta, Tanrı’nın Avraam’ı belli bir yaşam yoluyla – Tanrı’nın Yolu’yla – bağladığı ve en önemlisinin de Avraam’ın bunu sonraki nesillere aktarma kabiliyeti ve buna verdiği önem olduğu açıkça belirtilmektedir. Kısacası, “seçilmiş halk” ile kastedilenin, Yahudi düşmanlarının, nefretlerine kulp bulma amacıyla öne sürdükleri gibi, diğer halklara üstün olmak, onlar üzerinde hüküm sürerek onları köleleştirmekle hiçbir alakası olmadığı açıkça görülmektedir. “Seçilmiş halk” olmanın, en başta Tanrı’nın özel yakınlığı olmak üzere bazı avantajları olduğu doğrudur; ama bu kavramın mahiyeti bir haktan çok görevdir: “Tanrı’nın Yolu’nu yardımseverlik ve adaleti yerine getirerek korumak” – tüm insanlık için.
Yine de bu göreve Avraam’ın tüm oğulları uygun olamamıştır. Yişmael olumsuz tutumu nedeniyle antlaşmanın dışında bırakılmıştır. Tora’da anlatıldığı gibi: “Avraam: ‘Keşke Yişmael Senin önünde yaşasa!’ dedi. Tanrı şöyle dedi: ‘… Yişmael ile ilgili olarak – seni duydum… Ancak antlaşmamı (Berit), Sara’nın sana gelecek yıl bu vakitte doğuracağı Yitshak ile yerine getireceğim” (Bereşit 17:18-21).
Sonraki nesilde bir eleme daha olmuştur. Kötü yürekli Esav antlaşmayı bizzat istememiş, böylece Berit, Yaakov ve ailesiyle devam etmiştir. İşte Tanrı’nın Bene-Yisrael’i Mısır’dan çıkarmak üzere tüm doğa kanunlarını geçersiz kılarak tarihe müdahale etmesinin ardında bu antlaşma vardır. Geçtiğimiz hafta okuduğumuz gibi: “Tanrı onların çığlıklarını duydu ve Tanrı, Avraam’la, Yitshak’la ve Yaakov’la olan antlaşmasını (Berit) hatırına getirdi” (Şemot 2:24). Ve peraşamızın başında da Tanrı, Moşe’yi temin etmek için yine antlaşmadan bahsetmektedir: “Mısırlılar’ın kölelik ettirdikleri Bene-Yisrael’in inlemesini duydum ve antlaşmamı (Berit) hatırıma getirdim” (Şemot 6:5).
Mısır çıkışı sonrasında bu antlaşma Sinay Dağı’nda tüm halkla Tanrı arasında resmileştirilecek, Yisrael’in söz konusu antlaşmadaki görevini tanımlayan Tora verilecektir. Antlaşmanın şartları Tora’nın kanunlarıdır. Antlaşmanın işaretleri, Tora’da her biri için Ot, yani “işaret” teriminin kullanıldığı üç mitsvadır: [1] Berit Mila (Bereşit 17:11) – cinsel ahlak ve kutsiyet; [2] Tefilin (Şemot 13:9 ve başka yerler) – düşünce ve eylemde kutsiyet; ve [3] Şabat (Şemot 31:17) [buna bayramlar da dâhildir] – Tanrı’nın tanıkları olmak.
Yisrael halkı, bu antlaşmanın tarafı olarak söz konusu kanunlarla yükümlüdür. Dolayısıyla bu kanunları iyice öğrenmek ve uygulamaktan sorumludur. “Seçilmiş” olmasının anlamı da bu görevlerdir. Yisrael halkının bu görevi yerine getirmesi, dalgalar halinde diğer halkları da etkileyecek, Tanrı bilgisi ve öğretisi yavaş yavaş tüm dünyaya yayılacaktı. Bu henüz tamamlanmamış bir süreç olsa da, tarih, insani değer yargılarının, adalet, yardımseverlik, dürüstlük ve daha birçok önemli kavramın esas olarak Tora’nın değer ve yönergeleri doğrultusunda şekillenmiş olduğunun tanığıdır.
Bunun yanında “seçilmiş halk”, dışa kapalı, ırka bağlı bir kavram da değildir. Söz konusu halkın görev ve ideallerini samimi olarak benimseyen ve üstlenen herkes, bu halkın içinde doğmuş değilse bile onun bir parçası haline gelebilir – ama katılma amacı gerçekten de bu görev ve ideallere bağlanmak istemesi olmalıdır. Dahası, diğer inançlardan farklı olarak, Tanrı’ya bağlı, doğru bir yaşam için, Yahudiliğe geçme şartı da yoktur. Yahudi olmayan birinin, Tora’nın tüm insanlık için öngördüğü yedi temel kuralı üstlenmesi de yeterlidir.
Elbette antlaşmanın diğer tarafı olarak, Tanrı da Yisrael halkının ebediyetini garanti altına almıştır. Hatta Yisrael halkı veya bir kısmı çeşitli dönemlerde bu antlaşmaya sırt çevirse bile, Tanrı antlaşmasına her zaman sadık kalacaktır. Tora, Yisrael halkının antlaşmayı bozması halinde onu ne gibi olumsuzlukların bekleyeceğini açıkça belirtmiştir. Ama bu olumsuzlukların ne yazık ki gerçekleşmesi bile Tanrı’nın antlaşmayı bozması anlamına gelmeyecek ve Tanrı, Yisrael halkını hiçbir zaman tamamen terk etmeyecektir.
“Seçilmişlik” işte böyle bir şeydir. Görevdir. Sorumluluktur. “Or lagoyim” – tüm uluslara ışık – olmaktır. Antlaşmanın maddeleri Tora’da yazılıdır. Sınav ise hayatın ta kendisidir. Hepimize bu sınavda başarılar.