Kardeşlerini casuslukla suçlayıp ilk gelişlerinde yanlarında getirmedikleri Binyamin’in de Mısır’a gelmesini sağlayan Yosef, kadehinin Binyamin’in çuvalına konmasını emretmiş ve daha sonra onu “suçüstü” yakalatmıştı. Anlaşılan o ki, Yosef kardeşlerini geçmişte kendisine karşı kabahat işledikleri duruma benzer bir durumla yüzleştirmeyi amaçlıyordu. Bundan 22 yıl önce kendisini köle olarak satmışlardı. Şimdi, hem anne hem de baba tarafından kardeşi olan Binyamin’i de köleliğe terk edip evlerine dönme seçeneğine sahiptiler. Üstelik bu kez geçerli bir sebepleri de vardı. En azından göründüğü kadarıyla Binyamin hırsızlık yapmıştı ve bunun cezasını çekmesi gerekirdi.
Ama kardeşler bu kez yanlışa düşmediler. Babasına karşı Binyamin’e kefil olmuş olan Yeuda, onu bırakmak yerine kendisini köle olarak teklif etti. “Genç yanımda yokken babama nasıl çıkarım?” dedi. Yosef artık kendisini tutamadı ve kimliğini açıkladı: “Yosef’im ben! Babam hala hayatta mı?” Ama şoka giren kardeşleri ona cevap bile veremediler. Bunun üzerine “Yosef, kardeşlerine ‘Lütfen yaklaşın bana’ dedi. Yaklaştıklarında, ‘Ben, kardeşiniz Yosef’im. Hani beni Mısır’a satmıştınız.’” diye devam etti.
Bu sözler karşısında kardeşlerin ne kadar büyük bir utanca kapıldıklarını tahmin etmek zor değildir. Bir yandan, Yosef’in o küçümsedikleri, ondan nefret etmelerine yol açan, hatta ondan kurtulmak istemelerine neden olan rüyaları gerçek olmuş, gerçekten de tüm kardeşler Yosef’in huzurunda eğilmişlerdi. Diğer yandan, ona karşı işledikleri kabahatin ağırlığı altında eziliyor olmalılardı. Ama Yosef’in sözleri bitmiş değildi:
“Şimdi; beni buraya sattığınız için üzülmeyin; kendinizi suçlamayın. Çünkü [anlaşılan] Tanrı beni, hayat kurtarmak amacıyla, sizden önce göndermiş! Zira bölgede iki yıldır kıtlık var ve daha beş yıl boyunca ne toprak sürülebilecek, ne de hasat olacak. Tanrı, ülkede varlığınızın sürmesini garantilemek ve sizi olağanüstü yollarla kurtarmak üzere hayatta tutmak için beni sizden önce gönderdi. Şimdi; Beni buraya gönderen siz değilsiniz; aslında Tanrı’dır” (Bereşit 45:5-8).
Bu kadar basit… Sanki öz kardeşlerini öldürmeyi tasarlayan, sonra onu “sadece” köle olarak satmaya karar veren, bu davranışları sonunda hayatının baharını berbat bir zindanda geçirmesine neden olan olaylar zincirini başlatanlar kardeşleri değilmiş gibi, Yosef rahatça onlara “Sorun yok!” demektedir. “Üzülmeyin, kendinizi suçlamayın.”
Geçen haftaki peraşada “övünebileceği” bir nitelik için “Benim dışımda!” demiş olan Yosef, kendisine karşı kabahat işlemiş olan kardeşlerini çoğumuzun hak vereceği bir şekilde “ezebileceği” bir durumda bu kez “Sizin dışınızda!” demektedir.
Bir açıdan Yosef’in bu tepkileri onun ne kadar yüksek bir karaktere sahip olduğunun açık bir göstergesidir. Önceki örnekte kendi yaptığı olumlu bir davranıştan övünç payı çıkarmayıp onu Tanrı’ya bağlamıştı. Bu müthiş bir tevazu örneği olmanın dışında, geçtiğimiz haftaki yazımda değinmeye çalıştığım derin felsefi düşüncenin – yani insan kendi özgür iradesiyle aktif olarak bir şey yaptığı zaman bile bunun hâlâ Tanrı’nın ana planının bir parçası olduğu fikrinin – de kapısını aralamamızı sağlamıştı.
Ama orada olumlu bir durum söz konusuydu. Böyle bir durumu Tanrısal planın bir parçası olarak görmek nispeten kolaydır. Burada ise Yosef, olumsuz bir eylemden – kardeşlerinin kendisini köle olarak satmalarından – bahsetmekte ve bunu da Tanrı’nın ana planının bir parçası olarak görmekte ve sunmaktadır. Acaba bu kadar kolay mıdır? Eğer her şey Tanrı’nın planı doğrultusunda ilerliyorsa, yapılan olumsuzluklarda kişinin hiç mi sorumluluğu yoktur? Acaba bir insan olumsuz, hatta kötü bir şey yapıp, “Tanrı öyle istedi” diye sorumluluktan sıyrılabilir mi?
Anlaşılan o ki bu sorunun cevabı koca bir “hayır”dır. Zira eğer bu mümkün olsaydı Yahudi inancının on üç temel prensibinden biri olan ödül ve ceza konusunun hiçbir anlamı olmazdı. Tora’da bu konuda açık bir örnek vardır.
Tanrı Leh Leha peraşasında Avraam’a “Soyun kendilerine ait olmayan bir diyarda yabancı olarak yaşayacak. [Yerel halk] onları köleleştirecek ve onlara eziyet edecek” diye bildiride bulunmuştu. Her ne kadar Yosef başına gelenleri, Tanrı’nın, ailesini Kenaan’da meydana gelecek kıtlıktan kurtarma planının bir parçası olarak görmüşse de, daha geniş bir tarihi perspektifle baktığımızda bu olayın da aslında Tanrı’nın Avraam’a yönelik bu bildirisinin gerçekleşmesinde başrolü oynadığını biliyoruz. Anlaşılan söz konusu diyar Mısır’dı. Ve Avraam’ın soyuna eziyet edecek olanlar da Mısırlılar ve başlarındaki Paro olacaktı. Buna rağmen hepimizin gayet iyi bildiği üzere hem Paro hem de Mısırlılar son derece ağır cezalara çarptırılmışlardır. Dolayısıyla yapılan bir yanlış, işlenen bir suç, Tanrı’nın planının gerçekleşmesinde rol oynuyorsa bile, bu onu suç olmaktan çıkarmamakta, suçu işleyeni de ceza görmekten kurtarmamaktadır.
Kısacası, Paro, Tanrı’ya “Sen Avraam’ın soyunun başına gelecekleri önceden bildirmedin mi? Ben de Senin bu söylediklerini yerine getirdim. Öyleyse beni neden cezalandırıyorsun? Aksine, bildirini gerçeğe dönüştürdüğüm için bana ödül vermen gerekirdi!” deme hakkına sahip değildi.
Neden mi? İşte bu çok büyük bir soru. Ve Rambam’ın, ünlü eseri Mişne Tora içinde, Tanrı’nın her şeyi biliyor [ve öngörüyor] olması ile insanın özgür iradeye sahip olması arasındaki çelişkiyi ele aldığı yerde bu soruya verdiği cevap şöyledir: “Ve Yaratıcı’nın Kendisi hakkındaki gerçeği idrak etmek ve kavramak nasıl insanın gücü dâhilinde değilse – zira pasukta söylendiği gibi ‘çünkü insan Beni görüp de yaşayamaz’ (Şemot 33:20) – aynı şekilde, Yaratıcı’nın anlayışını[n düzeyini] kavramak da insanın gücü dâhilinde değildir. Peygamberin söylediği de budur: ‘Düşüncelerim düşünceleriniz değildir ve yollarım yollarınız değildir, diyor A-Şem’ (Yeşayau 55:8)” (İlhot Teşuva 5:1-5).
Basitçe: İnsanın kısıtlı zekâsı bunu anlamaya kabil değildir. Ve bunu Rambam gibi bir dahi söylüyorsa, tabii ki benim bu soruya tatminkâr bir cevap verme gibi bir iddiam olamaz. Yine de kanımca bir nokta açık.
İki farklı mevcudiyet düzeyi olduğunu söyleyebiliriz. Biri Tanrısal düzey, diğeri de insani düzey. Farazi, iki boyutlu düzlemsel bir âlemde yaşayan bir canlının üç boyutlu bir uzayı anlaması mümkün değildir. Mesela bu canlıya “zıplamanın” ne olduğunu açıklamak beyhude bir çaba olacaktır. Benzer şekilde, insani düzeyde yaşayan bizlerin de Tanrısal düzeyi anlaması olanaksızdır. Tanrısal düzeyde kötü diye bir şey yoktur. Her şey iyidir ve belli bir plana göre işler. Senaryo yazılmış, roller belirlenmiştir. Film bir bütün olarak mükemmel niteliktedir. Ama insani düzeyde bakıldığında iyi ve kötü, olumlu ve olumsuz ayrımı diye bir şey vardır. Filmin kendisi mükemmel olsa da, iyi roller ve kötü roller vardır. İnsanlara istedikleri herhangi bir durumda istedikleri herhangi bir rolü seçme şansı verilmiştir. Kimseye hangi rolü seçeceği dikte edilmemiştir. En nihayet iyi rollerin de kötü rollerin de alıcısı olacak ve senaryo, Yönetmenin belirlediği şekilde uygulanacaktır. Oyunculara kalan tek şey hangi rolleri seçeceklerine karar vermektir. Bu filmin bir aşamasında Avraam’ın soyunun “kendilerine ait olmayan bir diyara” inip orada eziyet görmesi gerekiyordu. Sebebi önemli değil. Senarist öyle karar vermiş ve bizim, spekülasyonlarda bulunma haricinde bunu anlamamız mümkün değil. Ama kimse Paro’ya ve Mısırlılara “bu rolü siz oynayacaksınız” dememişti. Bu rolü kendileri seçmişler ve en acımasız şekilde oynamışlardı. Dolayısıyla cezalandırılmışlardı.
Bunun aksini Talmud’un Gitin kısmında görüyoruz:
“Roma İmparatoru Neron, Yeruşalayim’e saldırmak üzere yola çıkmıştı. Yeruşalayim yakınlarına geldiği zaman doğuya bir ok attı ve ok gidip Yeruşalayim’in içine düştü. Bu kez batıya attı ve ok yine gidip Yeruşalayim’in içine düştü. Bu şekilde dört ana yöne ok attı, ama oklar her seferinde gidip Yeruşalayim’in içine düştü. Tanrı’nın Yeruşalayim’in yıkılmasını istediğini gösteren bu işaretlerden sonra Neron bu kez küçük bir Yahudi çocuğa “Bana bu sıralarda öğrenmekte olduğun pasuğunu söyle” dedi. [Çocuk] ona “Edom’a karşı intikamımı Halkım Yisrael’in eliyle vereceğim” (Yehezkel 25:14) dedi. Bu pasuk, Tanrı’nın, Yahudilere karşı yıkıcı tutumu nedeniyle Edom halkından yine Yisrael’in eliyle intikam alacağını söylemektedir. Romalılar Tanah’ta adı geçen Edom halkının varisi olarak kabul edildiğinden, [Neron] kendi kendine “Anlaşılan, Kutsal ve Mübarek Tanrı, Evi’ni (Bet-Amikdaş’ı) yıkmak ve ellerini benim üzerimde silmek istiyor!” dedi. Kaçıp gitti ve Yahudiliği kabul etti ve Rabi Meir onun soyundan geldi” (Talmud – Gitin 56a, metnin geniş açıklamalı şekliyle).
Burada da Tanrısal planın insanlarca uygulanması teması açıkça görülmektedir. Neron, görünürde Tanrı’nın isteğini yerine getirmemiş, ama buna rağmen Rabi Meir gibi bir torunla ödüllendirilmiştir. Çünkü Neron karşısına çıkan kötü rolü oynamak istememiş, iyi bir rolü tercih etmiştir. Ama onun özgür iradesiyle bu kararı vermiş olması, Tanrı’nın öngördüğü doğrultuda Bet-Amikdaş’ın yıkılmasını engellememiş, onun yerine bu rolü, yine kendi özgür iradesiyle Titus üstlenmiştir [ve tabii ki cezalandırılmıştır].
Toparlarsak, Tanrı’nın planlarını anlamamız mümkün değildir. Senaryo, filmin çok iyi bir şekilde sonuçlanacağı şekilde yazılmıştır. Bizim özgür irademizi işletebileceğimiz kısımlar ise herhangi bir durumda hangi rolü tercih ettiğimizle ilgilidir. Bize kalan, her durumda doğru rolü seçmeye gayret etmektir. Ama olur da olumsuz rolü seçersek, bu bizim bir daha hiçbir zaman olumlu bir rolü seçemeyeceğimiz anlamına gelmez. Tabii ki mümkünse yanlışımızı düzeltmek ve onu tekrar etmemek için elimizden geleni yapmamız gerekir. İnsani düzeydeki görevimiz her zaman budur. Ama Tanrısal düzeyde bakıldığında sadece senaryonun bir aşaması daha plana uygun olarak geçilmiştir. Yosef’in kardeşlerine yönelik sözleri de bunu yansıtmaktadır: “Belki önceki seferde senaryonun olumsuz bir rolünü oynadınız. Ama bilin ki, bu durumda bile Tanrı’nın planının dışına çıkmış değilsiniz. Dolayısıyla, evet, kabahatlisiniz; ama üzülmeyin, kendinizi suçlamayın. Sonuçta olması gereken bir şey oldu. Şimdi siz bir sonraki rolünüze odaklanın. Binyamin’in özgürlüğü söz konusu olduğunda bu kez doğru rolü seçtiniz. Bundan sonra da böyle devam edin!”
* * *
[Not: Tanrısal senaryoda, bizim insani algımız doğrultusunda çok güzel anlar olduğu gibi, son derece korkunç kısımlar da vardır. Hatta Tanrı esirgesin, birçok insan bu korkunç kısımlarda kurban rolüne maruz da kalmaktadır. İnsanın başına gelenler, onun özgür iradesinin bir parçası değildir. Bizim anlamamızın mümkün olmadığı Tanrısal senaryonun bir gereğidir. Önümüzdeki hafta, Salı günü Asara BeTevet orucunu tutacağız. I. Bet-Amikdaş döneminin sonlarına doğru Babil İmparatoru Nevuhadnetsar’ın Yeruşalayim’i kuşatma “rolünü” üstlenmeye karar verdiği bu gün, aynı zamanda Yisrael Devleti Hahambaşılığı tarafından Şoa (Holokost) kurbanları için “Yom A-Kadiş A-Kelali” (genel Kadiş söyleme günü) olarak ilan edilmiştir. Yei zihram şel akedoşim baruh.]