top of page

Benim Dışımda!


Zindanda geçen on iki yıl… Zindan deyince günümüzün hapishane şartlarından bahsetmiyorum – ki en iyi hapishane hepimizden uzak olsun. Bundan 3500 yıl önce, Mısır’da, zihnimizde bile canlandıramayacağımız, korkunç şartlarda bir çukur. Ve orada geçen on iki yıl… İşte böyle bir yerde geçen bu kadar uzun bir sürenin ardından bir gün aniden kapılar açılıyor, Yosef “koşturularak” yıkanıyor, tıraş ediliyor ve giysileri değiştirilerek en dipten en yükseğe – dönemin süper gücünün başındaki, kendisini bir tür ilah olarak gören Mısır Firavunu’nun – Paro’nun – huzuruna çıkarılıyor.

“Senin hakkında ‘Rüyaları dinler ve çözüme kavuşturur’ diye duydum” diyor Paro Yosef’e. Karşısına o berbat şartlardan kurtulmak için hayatta belki sadece bir kez bulunabilecek böylesi bir fırsat çıkan ve ağzından yanlış bir söz kaçıracak olsa bir daha asla gün yüzü göremeyecek şekilde aynen geri döneceğini veya o kadar bile yaşayamayacağını bilen biri ne der?

Herhalde “Tabii ki! Bu benim uzmanlık alanım. Bu konuda benden iyisini bulamazsınız. Derdinizin tek çaresi benim” gibi bir şey… Herhalde… Ama Yosef – tekrarlıyorum – kendisini “ilah” olarak gören Paro’ya iki şey söylemektedir:

“[Bu kabiliyet] benim dışımda! Paro’nun selametine dair cevabı verecek olan Tanrı’dır!” (Bereşit 41:16).

Başka bir deyişle: [1] Benim kendime ait bir hünerim yok. [2] Eğer size rüyanız hakkında tatmin edici bir çözüm sunabileceksem bile bu bilgelik benden değil, uygun sözleri benim ağzıma yerleştirecek olan Tanrı’dandır.

Hapse düşmüş sefil bir köle, firavunun karşısına geçmekte ve [1] “Madem sende hüner yok, o zaman zindana geri dön!” cevabıyla yüzleşme veya daha da kötüsü [2] “Ne Tanrı’sı? Tanrı benim! Vurun şunun boynunu!” şeklinde bir tepki görme riskini almaktadır.

İşte, Yosef’in – hayatta darbe üstüne darbe almış, kardeşleri tarafından öldürülmeye ramak kalmışken “sadece” köle olarak satılmış, birkaç kez el değiştirdikten sonra Mısır’ın baş celladının hizmetine girmiş, burada uğradığı iftirayla gençliğinin en güzel yıllarını inanılmaz berbat şartlar altında geçirmiş olan Yosef’in – Tanrı’ya yönelik bilinç, inanç ve güven düzeyi bu kadar yüksekti!

Yosef’in, tüm başarısını Tanrı’ya bağlayan bu inançlı yönü, geçtiğimiz haftaki yazımda değindiğim girişken, inisiyatif alan, yapabileceği her şeyi yapmak için elinden gelen gayreti sonuna kadar sarf eden kişiliğini tamamlamaktadır.

Öncelikle bu tümlemenin neden önemli olduğunu açıklamaya çalışayım. Eğer her şey Tanrı’ya bağlıysa o zaman bizim bir şey yapıp yapmıyor olmamızın ne anlamı vardır? Her şey nasılsa olacağına varacak değil midir? Öte yandan, eğer belli bir konuda gayret sarf ediyorsak ve bu gayretlerimiz meyve veriyorsa, o zaman bizi bu sonuca ulaştıran etken gayretlerimiz değil midir? Tanrı’nın bu resimdeki yeri nedir?

Bir örnek vereyim. Yaklaşık iki ay sonra okuyacağımız Mişpatim peraşasında, bir başkasının bedensel zarar görmesine yol açan kişinin, zarar gören tarafın tedavi masraflarını karşılamakla yükümlü olduğu söylenmektedir (bkz. Şemot 21:18-19). Buradan Hahamlarımız “Bir doktora, tedavi etme izni verilmiştir” sonucunu çıkarırlar. Bu ne demektir? “Eğer her şeye Tanrı karar veriyorsa ve Tanrı bu kişinin bedensel zarar görmesine hükmetmişse, acaba bizim onu tedavi etmemiz Tanrı’nın hükmüne karşı gelmek olmaz mı?” diye düşünebilirdik. Gerçekten de böyle düşünceye sahip olan çeşitli inançlar vardır! Ama Tora bunun doğru bir düşünce olmadığını ve tedavi için elden gelenin yapılması gerektiğini söylemektedir. Pekâlâ… şimdi soru: Hasta iyileşti. Onu kim iyileştirdi? Doktor mu, yoksa Tanrı mı?

Bu soruya her yönüyle cevap verebilecek konumda ve düzeyde değilim. Sadece bunun, Yahudi felsefesinde hatırı sayılır bir yeri olan ve birçok farklı yaklaşımla açıklanan bir konu olduğunu söylemekle yetineceğim. Dahası, bu konuda her kişiyi ve her durumu kapsayan tek bir cevap yoktur ve insanın Tanrı’ya olan güven düzeyine bağlı olarak, ortaya koyması gereken iştadlut, yani gayret düzeyi de kişiden kişiye farklılık gösterir.

Yine de Yosef’in bu skalanın doruk noktasında yer aldığını söylemek sanırım yanlış kaçmayacaktır. Yosef her durumda aktifti. Eli kolu bağlı oturup işleri Tanrı’nın halletmesini beklemiyordu. İnisiyatif alıyor, yapabildiği her şeyi sonuna kadar yapıyordu. Ama başarıya ulaştığı zaman bu başarının sorumlusunun kim olduğunu soracak olsanız tereddütsüz vereceği cevap onun açısından çok açıktı: Benim dışımda! Her şeyi yapan Tanrı’dır. Ben hiçbir şey yapmadım.

Ama her halükârda bir şeyler yapmıştır! Ve o yapmasaydı belki de bu sonuca varılmayacaktı? Dediğim gibi bu soruya cevap vermek beni de bu sayfanın çerçevesini de aşar. Yine de çeşitli kaynaklarda bazı ipuçları bulabiliriz. İlki Yosef hakkında geçen haftaki peraşada geçen bir pasuk:

“Yaptığı her şeyde A-Şem onu başarılı kılıyordu” (Bereşit 39:1). Yapan kim? Yosef. Başarıyı getiren kim? Tanrı.

Başka bir pasuk: “Eğer bir evi A-Şem inşa etmezse, onun için boşuna uğraşmışlardır onu inşa edenler. Eğer bir şehri A-Şem korumazsa, boşuna didinmiştir bekçi” (Teilim 120:1). Buradan, her konuda işlerin Tanrı’nın planı doğrultusunda ilerleyeceği anlaşılmaktadır. Tanrı bir evin inşasını uygun görmüyorsa, işçiler ne kadar inşa ederlerse etsinler bu beyhude bir çaba olacaktır. Ama ya tersi? Eğer Tanrı o evin inşasını uygun görüyorsa, inşaatçılar boşuna çalışmış değildir. Bir şeyler “yapmışlardır” ve Tanrı’nın planında rol alma ayrıcalığına sahip olmuşlardır!

Ve Ekev peraşasından: “Çok dikkatli ol! Sakın Tanrın A-Şem’i unutup, O’nun sana bugün emretmekte olduğum emirlerini, kanunlarını ve hükümlerini gözetmezlik etme! Sakın!... Yiyip doyacak, iyi evler inşa edip oturacaksın. Sığırın ve davarın artacak, gümüşün ve altının çoğalacak. Sana ait her şey çoğalacak. [Bunlar olduğunda] Kalbin kibirlenip de seni Mısır’dan, köle evinden çıkaran Tanrın A-Şem’i unutma! … İçinden ‘Bana bu başarıyı kuvvetim ve kol gücüm sağladı’ deme! Tanrın A-Şem’i hatırla; çünkü, bugün [olduğu] gibi, [hakkında] atalarına yemin etmiş olduğu antlaşmasını yerine getirmek üzere sana başarı kazanma kuvvetini veren O’dur” (Devarim 8:11-18).

Hahamlarımızın çok ilginç bir sözü vardır: “Tov şebarofim – legeinam”; yani “Doktorlar içinde iyi olan – cehenneme” (Talmud – Kiduşin 82a). İnsanın sorası geliyor: iyisi cehennemeyse kötüsü nereye? Doğrusu, özellikle de yukarıda değindiğim üzere doktorların insanları tedavi etmesinde Tora açısından hiçbir sorun olmadığı göz önüne alındığında oldukça şaşırtıcı bir ifadedir bu. Üstelik tarih boyunca birçok haham, örneğin Rambam, aynı zamanda doktordu. Dolayısıyla bu ifadenin birçok farklı açıklaması vardır [ve hiçbiri mesleğine sadık doktorların gerçekten de cehennemlik olduğu yönünde değildir]. En basitinden, eğer bir doktor kendisini “en iyi” hekim olarak görüyor ve herhangi bir tedavi hakkında başka meslektaşlarına danışmaya tenezzül etmiyorsa, bu kibirle kendisini istenmeyen yerlere götürecek yanlışlara düşmesi kaçınılmazdır. Ama burada konumuzu ilgilendiren farklı bir açıklamayı aktarmak istiyorum.

Her gün üç kez okuduğumuz Amida duasına aynı zamanda Şemone Esre, yani “on sekiz” adı verilir. Bunun sebebi, ilk oluşturulduğunda bu duanın on sekiz beraha içeriyor olmasıdır. [İleri bir dönemde bir beraha daha eklenmiştir.] Söz konusu berahalardan biri de, Tanrı’ya sağlık için dilekte bulunduğumuz “Refaenu” (bizi iyileştir) berahasıdır. Bir doktor, gerçekleştirdiği tedavideki tüm başarıyı kendisine atfetme hatasına düşebilir. Bunu yaptığı takdirde, bir anlamda şöyle demektedir: “Amida’daki tüm berahalar bir yana; ama ben hastalarımı aslanlar gibi tedavi ediyorum! Öyleyse Refaenu berahasının yeri ne?” Böyle bir doktorun gözünde, Amida’da on sekiz değil on yedi beraha vardır! Ve on yedi, “Tov” (iyi) sözcüğünün sayısal değeridir. Dolayısıyla “Tov şebarofim – Doktorlar içinde tov olan”, gerçekleştirdiği tedavilerdeki tüm başarıyı kendisine atfeden, “bana bu başarıyı kuvvetim ve kol gücüm sağladı” diyerek, Amida’daki on sekiz berahanın sadece on yedisini makul bulan bir doktor, en hafif deyimiyle doğru bir yaklaşım içinde değildir.

Tabii ki doktor sadece bir örnek. Bu, tüm başarılarını yalnızca kendine yontan herhangi bir insan veya geleceğine dair tüm güvencesinin güçlü ordusunda ve/veya ekonomisinde olduğunu düşünen bir devlet için de geçerli olabilir. Özetle, Yosef bize önemli bir şey öğretmektedir: Herkes kendi düzeyinde olmak üzere, gereken gayreti göstermeli ve yapması gerekenleri elinden gelen en iyi şekilde yapmalıdır. Ama perspektifini kendi dar çerçevesiyle sınırlamamalı ve aslında senaryoyu yazanın da yönetenin de ve evet, uygulayanın da Tanrı olduğunun bilinciyle, “Benim dışımda!” diyebilmelidir.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page