top of page

Gerçek öykülerle “kötümser” ve “iyimser” Yahudiler...


Gerçek öykülerle “kötümser” ve “iyimser” Yahudiler...

Geçtiğimiz Cuma akşamı Herzliya’da bir Thanksgiving Shabat Dinner’e davetliydik. Uzaktan kuzenim olan Chicago’lu mimar Philip Rosenberg’in kibbutz’da doğmuş, kütüphaneci eşi Ahuva’nın elinden, İsrail’in “en lezzetli” hindi dolması, gecenin ilk hoş sürpiziydi! Diğeri ise, 94 yaşına rağmen bu partiye kendi arabasıyla gelmiş olan, otomasyon uzmanı Zeev Schmidt idi.

Bu ilginç kişiyi sizlere anlatmadan, şu önemli noktaya parmak basmak istiyorum, değerli dostlar: ABD’nde önceleri salt hasat ile ilgili mevsimsel bir bayram olan, ancak çoktandır milli niteliğe bürünmüş bu “Şükran Günü”, ülkedeki Yahudi kesimi tarafından da ailecek büyük bir heyecanla kutlanmaktadır. Hiç düşünebilir misiniz, Türkiye’de Şeker veya Kurban, keza Çocuk veya Gençlik bayramlarının “mozotros”lar tarafınca aile içinde kutlandığını?! İşte, her iki toplumun, üstünde yaşadıkları topraklar ile bütünleşmesi, o ülkeye entegrasyon olgusu ne kadar da farklı!

Ancak konumuz, New York’daki ikinci kuzenimin ikinci kuzeni olan Phil’in diğer bir ikinci kuzeninin babası olan Zeev’dir aslında... 1925 yılında, o dönemde Almanya’nın, şimdi ise Polonya’nın önemli bir kenti olan Breslau (Wroclaw)’da Moritz Wolfgang Schmidt adıyla dünyaya gelmiş olan çocuğun babası, kentin önmli bir eczanesinin saygın sahibiydi ve Birinci Dünya Savaşı’nda ülkesi adına kahramanca savaşıp özel bir nişan kazanmıştı. Ancak tüm bunlar, Yahudi olduğu için yanına kalmayacaktı! Hitler’in şansölye olmasıyla, dindaşlarının başlarına gelecek olanları kestirmesini bilmiş olan Herr Schmidt, eczanesini değerinin altında satar ve daha 1933 yılında eşi ve iki oğluyla İngiltere’nin Filistin Mandası’na göç eder. Dul annesi ise, “Hitler gibi bir maceracının, ülkenin başında 1-2 yıldan fazla kalamayacağı” öngörüsüyle, vatanını geride bırakmak istemez, Breslau’da kalır...

...ne var ki gelişmeler, hanımefendinin –ve onun yanı sıra milyonlarca liberal Alman’ın– tahmin ettiği gibi olmayacaktı! Ay be ay, yıl be yıl Yahudilerin Almanya’daki yaşamları adım adım kısıtlanır, güçleşir ve bedensel tehlikeler ile karşı karşıya kalır. Takvimler 1937’yi gösterdiğinde, Zeev’in babaannesinin artık Almanya’yı terk etmesi resmen mümkün değildir... Bunu gören ve daha kötü günlerin geleceğini, karabasanların artık iyice yerleşeceğini anlayan oğlu, çocuklarına “babaannenizi yakınlarda bir daha ziyaret edemeyecesiniz” gerekçesiyle iki oğlu ve eşini alır, Haifa-Trieste gemisiyle yola çıkar ve İngiliz Mandası pasaportlarıyla Almanya’ya turistik bir gezi yapar. Amacı, her bakımdan çökecek olan bu “dünün dünyası”yla içinden yetiştikleri o güzelim, erkin Alman-Yahudi toplumunu çocuklarına son bir kez göstermektir!

İşte, gözleri iyi gören, kulakları mükemmel biçimde işiten, önüne gelen her tür yemeği çekinmeden yiyebilen 94 yaşındaki Zeev Schmidt, bundan 82 yıl önceki bu seyahatinde gördüklerini tek tek hatırlıyor! Babaannesinin yaşlı ve üzgün bakışlarının yanı sıra, onları belki de son kez “büyük bir Alman operası” görmeleri için götürüldüğü Breslau Operası’nın girişindeki “Köpekler ve Yahudiler giremez” yazısını; “aranızda sakın İbranice konuşmayın” tembihlerine rağmen, annelerinin bir dükkâna girerken alışkanlıktan dolayı “Şalom” demesiyle ardından kıpkırmızı kesilmesini – veya çıkışta pasaportlarına bakan memurlardan birinin, “İngiliz Filistin Mandası” ibaresini gördüğünde, diğerine “keşke ben de oraya gidebilseydim” şeklinde mırıldanmasını... Tahmin edileceği gibi, babaannelerini bir daha göremezler – bu yaşlı kadının da yolu, Terezin üzerinden Auschwitz’e gidecektir.

Diğer yandan, Würzburg Üniversitesi’nin kulak-boğaz-burun kürsü başkanı Prof. Kurt Hellmann, salt Yahudi olduğu için işinden olmasının ardından T.C. Eğitim Bakanlığı’ndan bir çağrı alıp 1936 yılında İstanbul Üniversitesi’nde aynı göreve getirilir, üç kızını da Robert Kolej’de okutmaya başlar... Aynı yılda ise genç arkeolog Hans Güterbock, Ankara Üniversitesi DTCF’nin yeni kurulan Hititoloji Kürsüsü’ne çağrılır. Bu konuda dünyanın önde gelen bilim adamlarının arasında girecek olan Prof. Güterbock, 1940’da Prof. Hellmann’ın büyük kızı Franziska ile İstanbul’da evlenir – ne var ki mukavelesi 1948 yılında uzatılmadığından, dünya çapındaki kariyerini artık Türkiye’den değil, İsveç ve ABD’de sürdürecekti... Nedense (gerçekten, neden??) aynı akibete uğramış olan Prof. Hellmann da 1943 yılında soluğu Filistin’de alır ve hekimliğini orada sürdürür; küçük kızı Mirjam ise, yazımızın başında sözünü ettiğimiz Wolfgang = artık Zeev Schmidt ile orada dünya evine girer – ve kendisinin Şabat masasında kulağıma fısıldadığı kadarıyla “...ömrümün en doğru kararydı bu!”... Mirjam, Belinson Hastanesi’nde hemşire eğitiminin müdiresi ve Kupat Holim Clal’ın da üst yöneticilerinden olacak, Zeev ise otomasyon ve teknik destek uzmanı... Yaşamlarını halen Hod Hasharon’da sürdürmektedirler – ve bu yeni dostlarımızı, geç kalmadan en kısa sürede, kapsamlı bir “sözlü tarih” oturumu için eşimle birlikte ziyaret edeceğiz!

*****

İstanbul’da yayımlanmış olan Aşkenaz Mizahı kitabımda şu çok bilinen kısa fıkrayı aktarmıştım:

“Kaç çeşit Alman Yahudisi bilirsiniz?” – “Kötümser ve iyimser olanlarını...” – “Peki, aralarındaki fark nedir?” – “Çok bariz değil mi?.. Kötümser olanlar çoktan Amerika’da, iyimserler ise Polonya’daki ölüm kamplarında...”

İşte bu gerçek öykülerde de iyimser olanlar Auschwitz’e, kötümserlerin bir bölümü ise eninde sonunda ארץ ישראל’e varmıştır – o topraklarda gerçek iyimserliği öğrenmek üzere...

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page