top of page

Yeni Türkiyenin Değiş(mey)enleri


‘’Üzgünüm, ama maalesef dükkanımızda hiçbir gözlük bulamadık. Özür dilerim’’.

Bodrumun Turgut Reis marinasında bir oyuncakçı dükkanının sahibinin sözleri bunlar. Olay da şu:

Marinadaki akşam gezintimizin sabahında eşim okuma gözlüklerinin kaybolduğunu fark eder. Tahmin gözlüğün bir evvelki akşam girdiğimiz dükkan veya yerlerden birinde kaldığı. Aynı gün marinaya gitme olanağımız olmadığından, bir sonraki gün, yani 48 saat sonra girmiş olduğumuz ayakkabıcı ve oyuncakçı dükkanlarına herhangi bir gözlük bulup bulmadıklarını sorduk. Her ikisi de olumsuz yanıt verdi. Ancak oyuncakçı dükkanındaki hanımın yukardaki özür dileme şekli benim çok dikkatimi çekti. Hiçbir şekilde sorumlu veya suçlu olmadığı bir olay için müşteriyle empati kurma çabası, nezaketin ve yararlı olmaya çalışmanın ve olamayınca da üzüntüsünü belirtmesinin tavan yapması. Sanmıyorum dünyanın başka bir ülkesinde bir satıcının müşterisine böyle davranabileceğini. (Yeri gelmişken, gözlükler, aradan 48 saat geçmesine rağmen, bir sonraki durağımız, Kahve Dünyasında, bizi bekliyordu.)

Ağustos ayında eşim, oğlum, gelinimiz ve sekiz erkekten sonra gelen ailenin ilk prensesiyle, yedimiz, Bodrum Turgut Reiste yaz tatilimizin bir kısmını geçirdik.

Bu süre içersindeki bazı gözlemlerimi sizinle paylaşmak istiyorum bugün.

Yukardaki örnek de onlardan biri.

Çevreyi bilenler Akyarlardan gelirken Turgut Reis üst yolunun sonundaki ışıkları da bilirler. Işıklardan sola saparsanız Turgut Reis merkeze, sağa saparsanız Bodrum yönüne ve doğru giderseniz Gümüşlük yoluna girmiş olursunuz. Biz yedimiz de o akşam Gümüşlüğe doğru yol alıyoruz.

Işığı düz geçtik ve geçmemizle birlikte trafik stop etti. Yol iki arabalık ancak çift yönlü. Yolun bizim (gidiş) tarafımızda, sağdaki otobüs terminalinden çıkan bir otobüs trafiği çift yönlü tıkamış. Neyse o otobüs birkaç dakika sonra her nasılsa sıyrılıp geçebildi tüm bekliyen sürücülerin içten içe homurdanmaları arasında. Ne var ki tam yol açılacak diye ümitlenirken, peşine yapışan bir ikinci otobüs tüm zorbalığıyla ve “yol verilmez, alınır” ilkesinden hareketle trafiği tümüyle kapatıp yeni bir keşmekeşe yol açtı.

Ben otomobilimle gidiş istikametinde dördüncüyüm. Otobüs dar yolda dönme manevralarına başladı. Fazla başarılı olamadı. 3-4 dakikalık bir bekleme süresi sonunda sıradaki ilk sürücü sabırsızlanıp kornaya bastı.

Ve olanlar oldu.

Önce otobüs şoförü, arkasından muavini hışımla otobüsten inip korna çalan sürücüye doğru yönlendiler. Oto sürücüsü ve arkadaşları da boş durmadı, arabadan çıktılar ve yumruklar konuşmaya başladı. (Bereket kimsede bıçak veya silah yoktu veya kullanmadılar.)

Neyse ki hemen araya girenler oldu arbede fazla büyümeden. Ve araya girenler arasındaki yumruklaşmalar da, daha da yeni araya girenler tarafından bastırıldı.

Tabii Maduro zamanındaki kargaşalıkları görmeden çok evvel Venezuellayı terketmiş gelinimiz de olanları faltaşı gibi açılmış gözlerle seyrediyor.

Bu arada arkamda yedi veya sekizinci sıradaki sürücü, -aramızda en akıllımız- hepimizi sollıyan bir sprintle otobüsle o ilk oto arasına girmeyi başardı. Keşmekeşe o da bir katkıda bulundu.

Nihayet 4-5 dakikalık ek bir “manevralar ve bekleme” süresi sonunda yol açıldı. Tabii açılan yoldan ilk kimin geçtiğini de tahmin edebilirsiniz.

Hepimizi sollayan akıllı (!) sürücü bir VIP haşmet ve gururuyla konvoy liderliğine oturdu. Biz aptallar da onu izledik!

Başka bir akşam Kahve Dünyasında oturuyoruz. Bitter çikolata parçalı, bitter dondurmalarımızı yedikten sonra hesabı ödeyip kalktık. Tam o sırada ufaklık prenses su istemez mi? Eşim garsondan ufak bir şişe rica etti. Doğal olarak parasını ödemeye kalktığımda garson para almayı red ettiği gibi, üstelik ikinci bir şişe vererek ve “afiyet olsun” diyerek bizi uğurladı. (Hayır, bahşişi dolar bazında ödememiştim!)

Yine başka bir akşam aynı mekanda, bu sefer arkadaşlarla 11 kişilik bir grup teşkil edeceğiz. Eşimle ben oraya ilk vardık ve iki tane yanyana duran boş masayı birleştirerek 6-7 kişilik bir oturma yeri yarattık. Tabii durumu garsonlarla konuşuyoruz. Tam yanımızdaki masada 40 yaşlarında bir bey tek başına oturuyor. Doğal olarak konuşmalara kulak misafiri oluyor ve büyük bir nezaketle başka bir masaya geçerek bize yardımcı olmayı öneriyor.

Çamaşır makinesi sorun yarattı. Cumartesi akşamı saat 16:00’da Beko servisi arıyoruz. İnanmıyacaksınız ama bir İNSAN SESİ (yani isim ve numaranızı bırakın, biz sizi belki de ararız diyen bir telesekreter değil!!) cevap veriyor ve Pazartesi günü saat 10-12 arası için gün veriyor. Söylenen saatte Beko kapımızda, çok güzel bir servis -ve öğütler- vererek, ve elli liramızı alarak çıkıyor. (30 şekel)

İki pantalonumu veriyoruz kısaltmaya.(Aslında boyum kısaldığından filan değil, bu pantalonlar dolapta kaldıkça uzuyorlar artık.)

45 dakika sonra 20 TL ödeyip geri alıyoruz.

İki de pantalon ütümüz var. Ütücüde 7 dakika bekliyor ve 10 TL verip işimizi görüyoruz.

Fiyatı bir yana, bilmiyorum dünyanın başka hangi ülkesinde bu kadar üstün bir servisi sanki doğal bir şeymiş gibi alabilirsiniz?

Akyarlarda denize girdiğimiz yerin parkı 10 TL. Sabah park ediyorum, ücreti ödüyorum, denize girip, eve dönüyoruz. Tesadüfen aynı günün akşamı arabamı yine aynı parkta bırakmam gerekiyor. (Aradan 7 saat geçmiş). Elimde 10 TL parkçı çocuğa uzatıyorum. “Ağbi alamam” diyor, “Ben parkı günlük alıyorum, sen verdin zaten” diyor.

Zorlu Center’da bir dükkandan ayakkabı satın alıyorum.

Yeni ayakkabıları çok rahat bulduğum için çıkartmayıp ve satıcıya eski ayakkabılarımı verip, “lütfen bunları pakete koy” diyorum. Eve gelip de paketi açtığımda eski ayakkabılarımın içine destek konmuş olduğunu ve bağlarının dahi bağlanmış olduğunu görüyorum.

S.Gökçen havaalanında dönmeye hazırız. Starbucks kafeye gidip bir espresso ve bir su ısmarlıyacağım. Altmışlı yaşlarında yabancı bir hanım sıramı çalarak (!), kasadaki çocuktan Fransızca birşeyler istiyor. Kasadaki çocuk eğitimini Fransız okulunda almadığından sorun yaşıyor. Yardımcı oluyorum. Hanımın kararsızlığı 4-5 dakikama mal oluyor. Çocuk durumun farkında ve hanıma benden önce servis yaptığı için özür diliyor. Siparişimi verip parayı uzatıyorum. “ Olur mu ağbim?” , “Sen bana yardım da ettin. İkramım olsun” diyor ve tüm ısrarlarıma rağmen paramı almıyor.

Oyuncakçı dükkanındaki hanım, Kahve Dünyasındaki ve S Gökçendeki garsonlar, K. D. sında oturan müşteri. Bunların hepsi güzel insanlar. Hepsi Yeni Türkiyenin eski ve değişmeyen yüzleri. En iyi servisi vermeye çalışan, karşısındakini memnun etmeyi bir yaşam şekli olarak benimsemiş kişiler. Ufacık kişisel katkılarıyla yaşamı daha güzel kılan, empati dolu, ‘’adam gibi insanlar’’.

Peki, ama “Yeni Türkiye” tabiri günümüzde kullanıldığına göre, Türkiyede değişen şeyler yok mu?

Var tabii.

Örneğin trafik her yerde giderek içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Çarşı pazar fiyatları geçen seneye oranla epey artmış. Sabit gelirlilerde ciddi sorun yaratıyor.

Son örneğim de Galatasaray.

1955-60 lı yılların Galatasarayının efsane kadrosu belleğimdedir halen.

Turgay - Saim, İsmail - Coşkun, Ergun, Rober - İsfendiyar, Suat, Metin, Kadri, Uğur

Kasımpaşa maçına çıkan son kadrosu da şu şekilde:

Muslera Mariano, Luyindama, Marcao, Nagatomo Nzonzi, Feghouli Belhanda, Lemina, Babel, Falcao.

“Bunları boşver de başka daha önemli değişiklikler yok mu ?” diye soranlarınızı duyar gibiyim.

Var, tabii ki var.

Ama bu haftalık yerimiz...

buraya kadar.

Not: Bu yazının bir yerinde bir tutarsızlık var gibi. Bunu ilk farkedip tutarsızlığın ne olduğunu buraya cevap olarak yazabilecek en dikkatli ilk okurum, İYT’nin bir etkinliğinde misafirim olacak. Haydi size yardımcı da olayım. (ikramım olsun!)

Tutarsızlık gibi görünen cümle birinci sayfada.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page