İsrael’de yaşayan Türkiyelilerin pek çoğu için tatillerini değerlendirdikleri en “cazip” ülke Türkiye. Oysa diyeceksiniz dünyada gezilecek, tatil yapılacak o denli çok yer var ki…
Örneğin küçük oğlum şelaleleri, tabiat güzellikleri ile eşsiz bir bölge olduğunu söylediği ve bu ara İsraelliler arasında oldukça revaçta olan Kara Orman’a gitmeyi yeğledi. Türkiye’de çocuğu ile İbranice konuştuğunda İsrael aleyhine ileri-geri sözler duymaktan da çekiniyor. Büyük oğlum ise Mavi yolculuğa çıkacak. Tercih meselesi!..
Ancak Tel Aviv-İstanbul uçak seferlerinde nerede ise hiç İsraelliye rastlanmaması, yolcuların tamamına yakın çoğunluğunu İsraelli Arap veya Filistinlilerin oluşturması sanırım bu tedirginlik ve endişenin bir sonucu… Türkiye’de saç ektirmeye gidenlerin sayısı da azımsanmayacak kadar çok. Uçakta, her yerde o benek benek saç dikilmiş kafalardan geçilmiyor...
Yaşamlarının belli bir dönemini veya önemli bir bölümünü Türkiye’de geçirmiş olanlar için ise Türkiye hala en çok tercih edilen tatil güzergâhı… (Yılda birkaç kez bu ülkeyi ziyaret edip usanmadan lokantalarda çektirilen resimleri Facebook’ta teşhir etmek de kimine göre işin olmazsa olmazı J).
Lisan bildik, eş dost fazla, TL’yi altmışa çarpıp şekele dönüştürünce her şey çok ucuz, hizmet mükemmel…
Tatilimin bir bölümünü Selimiye’de geçirdim. Huzurun, doğanın, yeşil ve mavinin hâkim olduğu bu cennet coğrafyada, Ege Bölgesi kuzeyden güneye yüzlerce farklı durakta, her yıl çok sayıda ziyaretçiyi ağırlıyor.
Selimiye Köyü, Marmaris çevresinde son yıllarda yıldızı parlayan mekânlardan biri... Bizim Selimiye’yi keşfetmemizden bu yana üç yıl geçti. Kimileri tatile nereye gittiğimi sorunca; “Aaa, o Boğaz’daki askeri okul değil miydi?” diye şaşkınlıklarını gizlemiyorlar.
Selimiye şimdilik Bodrum’daki kargaşadan kaçmak isteyenler için sevimli bir tatil beldesi… Yakınındaki Marmaris Söğüt Köyü ise Türkiye ölçülerinde pek ucuz olmasa da balık restoranları ile ün salmış bakir bir köy, doğallığı hiç bozulmamış bir cennet. Hele bir de güneşin batımına yakın Yunanistan’ın Symi adasının siluetini seçebileceğiniz bir restoranda rakınızı yudumluyorsanız!..
Tatilimin bir bölümünü de İstanbul’da geçirdim, üstelik çok sevdiğim, yaşantımın önemli bir bölümünü geçirdiğim Nişantaşı’nda…Şok, şok, şok!.. İnsan bu kadar çabuk mu yabancılaşır doğduğu, büyüdüğü kente?.. Yazın sıcağında insanlar akın akın üstüme geliyor, feryat edesim geliyor; “Aranızda bir İstanbullu, bir Türkiyeli yok mu?..” “Yok” diyorlar, “Avrupalı turist de yok, hepsi Arap…”
Yine de şükür, sanırım ekonomiyi onlar ayakta tutuyor. Her yerdeler, enerji tasarrufu nedeni ile havalandırmanın en düşükte çalıştırıldığı alışveriş merkezlerinde, adalarda, motorlarda, kafelerde, metrolarda her yerde onlar. Daha modern giyimlisi var, bir tek gözleri açıkta bırakan çarşafları içinde “Prada” marka çantalar ile dolaşanları var… Turizm hizmet sektöründe çalışanlar da Suriyeliler olunca o güzelim Türkçe lisanını duymaya hasret kalıyorsunuz.
İstanbul’da Ekrem İmamoğlu belediye başkanlığını kazanınca ilk ele geçirilen kaleler metro, metrobüs ve caddelerdeki billboard afişler olmuş anlaşılan: “Her şey çok güzel olacak” sözleri taşa, dağa yazılmış.
Sakın ola eşe, dosta; “Durun bakalım, henüz sevinmek için çok erken” demeye kalkmayın, bütün yeşeren umutlara trup suyu sıkmış olur, “zaten SİZ hep kötülüğümüzü istersiniz” gibi kırıcı bir cevapla da karşılaşabilirsiniz. Siz siz olun, SA-400’ler, F-35’ler gibi konulara girip siyasete hiç karışmayın.
Yakında sahne alacak “Aliya Günlüğü” adlı oyunda genç kız şöyle der: “Ben akvaryumdan çıkıp okyanusta yüzdüm… Sınırsız özgürlüğü tattım… Tabi akvaryumda doğmuş bir balığa okyanusu anlatmak çok zor”.
Ne yazık ki, akvaryumdaki su da iyice bulanıklaştı, yine de alışan alışıyor…