Tatildeyim, değerli dostlar. “Emeklinin tatili ne demek?” diye soracaksanız, ben de “hanım mutfaktan, evi temizlemekten tatil yapıyor, ben de onun yanında çöpleniyorum!” diyeceğim...
Bu bağlamda, yeni bir yazı da hazırla(ya)madım bu hafta için – ancak uzunca bir süredir gitmediğimiz Bodrum’a ve oradaki eski dostlarımıza kavuşmamızın anısına, yirmi yıldır klavye tıklattığım Şalom Gazetesi’nin 28 Temmuz 2004 tarihli “nitelik” köşemden alıntıladığım aşağıdaki satırları sizlerle paylaşmadan edemedim... (ancak bu yazıda geçen bazı fiyatlarla artık demode kalmış kimi kitap isimlerini mazur görmenizi rica edeceğim – ne de olsa, aradan koca ON BEŞ yıl geçti!)
*****
“Bodrum” olgusunun toplum bilimsel açıdan incelenmiş ve hakkında tezler bile yazılmış olduğundan eminim – bu konuyu araştırıp, bulgularımı ileride sizlerle severek paylaşırım... Hiç kuşku götürmez ki, bu yörenin mavi ve yeşiline doyum olmuyor; öte yandan, sevgili bir ağabeyimin dediği gibi, çeşitli koylarındaki “micro climate” de, yaz sıcaklarını pek hissettirmiyor – ne var ki, bu yarımadaya akın eden saygııın olsun, “lumpen” takımından olsun, çoğu halk kesimi için doğa ve iklim sadece bir kulistir; onlar buraya öncelikle ego ve eros’larını ortaya dökmek, tatmin edebilmek için geliyorlar!..
Apostol Adası beri kıyıdan
1970 yılında Amerikalı bir arkadaşımız, o dönemin Bodrum’unu daha önce yaşamış olduğu Hawaii ile kıyaslarken, dünya turizminin gözdesi olan bu takımadaların o alçak gönüllü sahil kasabamızın yanında “halt etmiş” olduğunu söylemişti (sahi, “halt” etmenin İngilizcesi nasıldı?!). Ancak bunu vurgularken, kitle turizminin bu beldeyi keşfedeceği çekincesini de dile getirmişti, bugün sık sık kulaklarını çınlattığım bu dostumuz... Gerçekten de, o yıllarda Ege ve Akdeniz kıyı beldelerine uğramış olanlar, Bodrum kasabasında Kale etrafında kümelenmiş yerleşim alanlarıyla tek-tük pansiyon ve pez az sayıdaki küçük otellerini anımsayacaklardır.
“Bakış ufukları beriledikçe Adalar, sonra kıyıların denizle sarılıp sarmalaşmış kalabalık burunları ve koyları. Bunların ortasında hilal şeklinde iki liman, ortada da kaleyi taşıyan yarımada...”
Üstünde “Fiyatı 15 (eski) Lira” yazan, kitaplığımın bir köşesinde duran, arada bir elime alıp özlemle karıştırdığım 1971 Remzi Kitabevi baskılı “Mavi Sürgün” anı kitabında Halikarnas Balıkçısı’nın, ilk gördüğünde Bodrum’a yakıştırdığı tanımı öyleydi (S.127). Birkaç sayfa sonra ise şunları okuyoruz: “Başka bir dünyadayım, apaydın bir dünyada... Pencerelerde saksı saksı, teneke teneke fesleğen, karanfil, şebboy ve başka çiçekler... Açık kapılardan ara sıra avlular görünüyor. Tabandaki geniş kayrak taşlarının aralıkları beyaz badanalı. Deniz rüzgârı serin serin, tuzlu. Beyaz memleket...” (S.132). 1924 yılında, “kalebent” olarak Bodrum’a sürülen gazeteci Cevat Şakir Kabaağaçlı, “Büyük İskender’in savaş arabalarından beri tekerler dönmemiş” yollarından at sırtında indiği bu şirin kıyı kasabasından bugün ne oldu? “Côte d’Azur’ünü de, Cenova ile Dalmaçya kıyılarını da, (...) o anlı şanlı moda plajlarının topunu da Tatar ağası gibi yaya bırakırdı...” diyor Balıkçı, Torba ve diğer çevre koyları hakkında – ve gözlemlerini şöyle sürdürüyor: “Bu cennet gibi kıyılar, amma da ihmal edilmişti böyle!...” (S.126)
Bu ihmal, ne yazıktır ki bugün çok gerilerde kaldı! Belki Bodrum’u popüler yapmış olan Balıkçı’nın da eseridir bu – veya bugün çiğ köftelerin yendiği, arabesk ezgileriyle çınlatılan koylarını doluşturan tekne turlarını sanki tarih öncesindeymiş gibi düzenlemiş bir avuç dostunu kitaplarında tanıtan Azra Erhat’ın da biraz suçudur... (Bugün sekiz-on kişi bir tekneye doluşup makarna, karpuz ve benzeriyle bira kasalarını kumanya’ladığında, al sana Erhat’ın ilk kez adını verdiği “mavi yolculuk”un bir müsveddesini!)
Gökova Körfezi’nin (veya –Özal dönemiyle başlayarak– Fethiye/Göcek dolaylarının) başına gelenler, o şipşirin Bodrum kasabasını daha önce sarmalamaya başlamıştı – çeşitli acılı/acısız kebapların yanı sıra tekmil dünya markalarına da rastlanıyor tabii ki burada, keza sütlü tatlılarınızı da tüm “sinye” Usta’ların ellerinden yiyebiliyorsunuz, aynen Rumeli Caddesi’nde olduğu gibi! Tekno’lu gecelerin aranılan kültürel doruğu, Kale sahnesindeki “Cem/Yılmaz/Erdoğan”ların gösterileri olsa gerek. Bu bağlamda, günümüz Bodrumetropol’ünün o en gözde tarihi yeri için şöyle diyordu kırk yıl önce Balıkçı: “Milli Eğitim Bakanlığı, kaleyi antika diye saklıyor. Oysa ki ne sanat, ne de tarih bakımından hiç bir değeri yoktur (...) Orası ancak Ortaçağ Avrupası’nın çeşitli kule mimarisinin bir müzesi olabilir.” Aslında haksız da değildir; bu tür derme-çatma kaleler, Akdenizin hemen her adasında vardır – ve Bodrum Kalesi’nin bence en büyük sabıkası, yapımında kullanılan taşların sağlanması için, Antik Çağın yedi harikalarından biri olan Kral II.Mausolos’un o görkemli (“mozole”) anıt-mezarının Saint Jean şövalyeleri tarafınca yıkılmasıdır!
Bodrum’a gitmeden, Balıkçı’nın 1961’de kaleme aldığı “Mavi Sürgün”ünü atın çantanıza veya sünger avcılarının, balıkçıların yaşamını konu edinen bir romanını veya da “Anadolu Efsaneleri”ni. Bu son kitapçıkta, Bardakçı Koyu ile ilgili çift cinsiyetli Hermafrodit’in öyküsünü de okuyabilirsiniz; aslen Helen kökenli olarak bilinmekle, çoğunun batı Anadolu topraklarından çıkma diğer mitolojik efsanelerinin yanında...
Geceleri bir porsiyon lağosu 30-35 YTL’na yiyebileceğiniz “in” restoranların kurulduğu sallarda gündüzleri güneşlenen güzel insanların hiç birinin elinde bu tür bir kitaba rastlamadım, Bodrum’un seçkiiin koylarına son uğradığımda. “Toplum dergileri” (her ne demekse!) okumayan daha “entel” Göltürbükücülerinin büyük çoğunluğu, olsa olsa Leonardo da Vinci”nin “Şifre”sini çözmeyi çalışıyordu kızgın güneşin altında; bazıları ise “Efendi”ce takılıyordu!.. Denizde yüzen pek kimse yoktu; arada bir kızgın tenler –“plofff!!!”– suya daldırılıyor, hatunlar daha da mini bir bikini çekiyor, eşleri ise cep telefonlarından İstanbul’daki iş yerlerine talimat yağdırmayı sürdürüyordu. Akşam olunca, sallar yeniden restoran olana dek çeşitli Anglo-sakson isimli yerlerde “apAratif”ler alınıyor – ve aynı kısır döngüye devam...
Pekiii – lahmacun&tekno veya sal&sal yeğleyen bu halk katmanlarının dışında başka kimler var, Bodrum yarımadasında? Efendim – ortalarda pek görünmeyenler, kendi ortamlarında kendi aralarında dinlence ve eğlenceyi yeğleyenler var... Yörenin güzelliklerini ve kendi iç güzelliklerini doya doya algılayanlar, çoluk-çocukları, komşuları, dostları ve konuklarıyla. Geçtiğimiz Haziran ayında, Apostol Adası’nın karşı kıyısında bu son iki gruba dahil olmanın mutluluğunu yaşadık bir hafta boyunca; fotoğrafını bu sayfada gördüğünüz, güzel olduğu kadar, huzur dolu beldede. Balıkçı’nın dediği gibi: “Başka bir dünyadayım, apaydın bir dünyada...”
*****
Bugünden not: Apostol veya Küçük Tavşan Adası hakkında bilgi edinmek isteyenler, bunu
http://www.bodrumageldik.com/mobil/hdetay.php?newsid=38101 link’inden yapabilir.