Esrerlerinde Yahudiliğine değişik yönlerden ve belki de en geniş çapta yer vermiş olan Amerikalı yazar Herman Wouk, milyonlarca kişi tarafından büyük beğeniyle okunmasına kıyasla, oldukça sessiz biçimde geçenlerde aramızdan ayrıldı...
Kimi edebiyat çevrelerince Philip Roth, Saul Bellow veya Isaac B.Singer’lerin “ayarında” bulunmamasına karşın, bana kalırsa Yahudilik alanında onların çok “önünde” yer almasının en önemli nedeni, konu ile ilgili üç ayrı grupta çalışmalarının bulunmasıyla aylarca çoksatar listelerinden inmeyen kitaplarının yanı sıra filmler, tiyatro oyunları ve TV dizileri aracılığı ile bu aidiyetini dünyanın her köşesine taşımış olmasıdır.
17 Mayıs günü 104 yaşında yitirdiğimiz Wouk’un ilk büyük başarısı, 1951-53’de New York Times Gazetesi’nin çoksatar listesine girip orada iki yıl boyunca kalmış olan II.Dünya Savaşı romanı The Caine Mutiny olmuştu. Onun ardından ve 102 yaşında kaleme aldığı Sailor on Horseback başlıklı anılarına kadar yayımlanan yirmiyi aşkın kitabının arasında;
- Yahudi başkişilerine romanlarında geniş yer vermiş (örneğin City Boy, Marjorie Morningstar, Inside-Outside);
- İsrail devletinin kuruluşu ve tarihçesi hakkında iki ikonik roman (The Hope ve The Glory) yazmış ve
- Yahudilik konularını herkesçe anlaşılır biçimde işleyen üç ayrıntılı incelemeye imza atmıştır (This is My God: The Jewish Way of Life, The Will to Live On: This is Our Heritage ile The Language God Talks: On Science and Religion).
Öte yandan bu çok yönlü yazarın birçok ülkede, bu arada Türkiye’de de izleyici rekorları kıran TV dizisi “Savaş Rüzgârları”nın temelini oluşturan iki dev romanı da bir yandan 1939-45 yılları arasında Avrupa’da sürmüş o amansız savaş ve soykırım ile parçalanan aileleri konu alırken, bu kâbusa son verebilmiş ABD ordularının kahramanlıklarını da gözler önüne sermesini bilmiştir...
Peki, Avrupa ve İsrail hakkıdaki bu kitaplarından hareketle Herman Wouk’a bir tarihi roman yazarı mı demeli, onu yoksa özellikle ilk yapıtlarında ayrıntılı biçimde değindiği Amerikan Yahudi toplumunun gerçekçi bir eleştirmeni olarak mı tanımlamalı -veya, din ile toplum arasındaki bağlarını inceleyen, keza inancın kimi sorunlarını da irdeleyen bir araştırmacı olarak mı?
Kendisine otuzlu yaşlarında Pulitzer Ödülü’nü kazandırmış olan The Caine Mutiny (“Denizde İsyan”) romanı, aynı isimli destroyerin akli dengesi bozuk kaptanıyla mürettebatı arasındaki çatışmayı anlatırken, bu ayaklanma sonrası yapılan duruşmadaki Yahudi avukat Greenwald’ın ABD ordusunu savunmasıyla, bu ülkedeki Yahudilik ile milliyetçiliğin ortak noktalarını ortaya çıkarıyor. Gerçekten de dini konularda oldukça tutucu bir kişi sayılan Wouk, yurtsever bir Cumhuriyetçi olmakla birlikte, asimilasyona da şiddetle karşıydı... Bu tutumunu ikinci çok satan romanında, varlıklı bir New York ailesinin tek kızı olan Marjorie Morningstar’ın 1940’larda gösterebileceği tüm taşkınlıklarına karşın, gene de kentsoylu Yahudi bir genç ile evlendirmesiyle göstermişti!
Rus göçmeni bir ailenin çocuğu olarak 1903’de New York’da doğan Wouk, edebiyat ve felsefe tahsilinden sonra radyo skeçleriyle kısa güldürüler yazdı ve askerliğini 1942’dan başlamak üzere ABD donanmasında yaptı. Ardından City Boy adını verdiği romanıyla ilk kez New York’un Yahudi toplumuna eğildi. 1951’de yayımlanan The Caine Mutiny romanı, art arda Humphrey Bogart ile Hollywood’da sinemaya ve Henry Ford ile Broadway’de tiyatroya uyarlanarak büyük başarı kazanıp yazarına dünya çapında ün sağladı. Bu bağlamda 1955’de Time dergisine kapak konusu oldu, keza aynı yıl yayımlanan Marjorie Morningstar romanı, Natalie Wood ve Gene Kelly ile 1958’de beyaz perdeye aktarılarak daha da büyük kitlelere ulaştı.
(1955)
Ancak bir yıl geçmeden, Herman Wouk bu kez değişik bir alanda kendinden söz ettirmeye başladı: This Is My God - The Jewish Way of Life başlıklı kitabıyla, Norman Mailer veya Saul Bellow gibi yazarların dini aidiyetlerini kimi bocalamalarla dile getirmelerine karşın, Yahudiliğin esaslarını okurlarına öykü anlatır biçimde aktarması, gerçekten bir yenilikti! Atalarının geleneklerini, bayramlarını ve varoluş felsefesini Yahudi olmayan kişilere de bu yoldan tanıtması büyük ilgi uyandırdı; öte yandan özellikle bar mitzva armağanı olmak üzere kapışılan bu kitabın birkaç baskı yapmasını ve ikibinli yıllarda gene din konusuna, ayrıca bilim ile arasındaki ilişkiye yer veren iki çalışmanın daha yayımlamasına yol açacaktı...
Yahudiliğe pek değinmeyen The Winds of War (1971) ve War and Remembrance (1978) başlıklı II. Dünya Savaşı romanları Wouk’u 1980’lerde özellikle TV dizileriyle yeniden gündeme getirir – ne var ki, 1985’de yazdığı ve ABD’nin 1970’li siyaset yaşamını da konu alan, kendisi gibi Rus kökenli bir ailenin oğlu Israel Goodkind’in öyküsünü içeren Inside, Outside romanı, beklediği ilgiyi görmez...
1990’larda ise Herman Wouk, kuruluşundan başlamak üzere büyük hayranlık duyduğu İsrail Devleti’nin romanlarını yazmaya başlar! The Hope (1993) ve The Glory (1994), sırasıyla 1948-1967 ile 1967-1994 yıllarının zorlu, acı ve tatlı olaylarını konu alır, II. Dünya Savaşı romanlarında olduğu gibi aynı aileler ve başkişiler aracılığı ile İsrail’in kuruluşuyla gelişmesini anlatır ve ülkenin mimarları D.Ben Gurion, G.Meir ve M.Dayan gibi nice gerçek kişilere de öyküsel anıtlar diker.
Son yıllarında kaleme aldığı romanlar ile kanımca daha önceki yapıtlarının düzeyine ulaşamayan bu üretken yazarın son çalışması, bir asırlık yaşamını değerlendirdiği, 2015 yılında yayımlanan Sailor and Fiddler başlıklı anıları olmuştu. Herman Wouk, 20. Yüzyıl Amerika, Avrupa ve İsrail tarihiyle ABD Yahudi toplumunu aile öyküleriyle gözlerimizin önüne sermesini, Yahudiliğin esaslarını ise kolayca okunabilecek şekilde anlatmasını bilmiş, kimilerince belki “hafif” bulunsa bulunsa da, büyük okur kitleleri tarafından keyif ve kazanımla anımsanabilecek bir yazardır...
(2017)
“1959'da sıcağı sıcağına dilimize kazandırılmış "Marjorie Morningstar"ın kapak sayfası.”