top of page

Sefaradlar’dan “Venedik Taciri”ne...


Şalom Gazetesi gönüllülerinden İzak Baron, belki de Yakup Barokas’ın bazı e-group’lara ilettiği “Haftanın Yazıları” mesajlarından ilham alarak, bir süredir “Şalom’dan Seçmeler” başlıklı gönderimler yapmaya başladı... Böylece bu gazeteye abone olmayıp web sayfasına da girmeyi ihmal edenler, o hafta içinde yayımlanmış bazı yazıları görebiliyor. Bu güzel girişim sayesinde, Moris Fransez’in 27 Mart tarihli köşe yazısını okuyabildim – ve her ikisine bu vesile ile buradan teşekkür etmek isterim.

Ortak dostlarımız aracılığı ile yıllar önce tanıştığım Fransez’i, felsefe tutkunu olarak bilirdim. Bu kez ise, bana sanki Efraim Kishon’un biçemine özenen bir feuilletonist izlenimini verdi! Hakkında çok yazılmış, adına vakıflar bile kurulmuş “Sefarad Sürgünü” başlığını da kullanarak, 527 yıl önce yaşanmış bu acı olayı, örneğin şu cümlelerle aktarıyor: “Giderlerken, altın ve gümüşlerini orada bırakmak zorunda kaldılar ama, neyse ki, İspanyol dilinin tüm zenginliklerini yanlarına almalarına ses çıkaran olmadı.”


Yahudilerin İspanya’dan sürülmesine dair Krallık Fermanı – Granada, 31 Mart 1492

Başka bir paragrafta “Katolik Kralların öngördüğü nihai çözüm, Hıristiyanlığa dönmeyi kabul etmeyen Yahudilerin sürgün edilmesiydi. Yahudilerin tümünü katletmek, Ortaçağ karanlığındaki İspanya krallarının aklından geçmemişti…” saptamasında bulunan yazar, kara mizaha da göz kırpıyor: “Böyle ‘parlak’ bir fikrin akla gelebilmesi için, aydınlanmış bir Almanya’da olmak gerekecekti.” O dönemin Avrupa ülkeleri ise (bize bugün hiç de yabancı gelmediği gibi!) “sınırların sıkı sıkıya kapalı olduğundan emin” olurken, “sığınma olanağı, başında taç yerine sarık taşıyan bir hükümdardan geldi. Osmanlı Sultanı 2. Bayezid, büyük memnuniyetle Yahudileri ülkesine kabul edeceğini duyurdu.” Sayın Fransez, yazısında padişahın bu kararının gerekçelerine değinmeğe gerek görmemiş anlaşılan ve nedense sadece “Yahudiler de değerli devlet, din ve bilim adamlarını, şair ve filozoflarını yetiştirmişlerdi.” demekle yetiniyor!

Yüz yıl kadar sonra “Osmanlı topraklarına sığınan Sefarad (İspanya) Yahudilerinin yeğenleri Venedik, Livorno, Altona ve Hamburg kentlerine göçe başladı.” şeklinde devam eden yazıdan “Sefaradilerin becerilerini hafife almayan kentlerden biri de, Londra idi.”, dahası “Örneğin, Kraliçe 1. Elizabeth’in başhekimi Roderigo Lopez adında bir İspanyol Yahudi’siydi.” bilginisi ediniyoruz – ve ardından, ne yazık ki “bu şanssız adam(ın), günün birinde Kraliçe’yi zehirlemeye teşebbüs etmekle suçlanarak, idam edildi”ğini...

Buraya kadar okuduklarımız bir yenilik oluşturmuyorsa da, daha sonra şu cümleler göze çarpıyor: “Londra’da esen Yahudi aleyhtarı hava, Shakespeare’e ilham vermiş, kentin ünlü şairi, sevimsiz bir Yahudi karakter içeren bir oyunun iyi iş yapacağını düşünmüştü. Eski kurt yanılmamıştı: O sezon Londralılar, Yahudi ‘Venedik Tacirini’ aşağılayan, lanetleyen, acımasız ırkçı oyuna giderek hoşça vakit geçirdi… Düşündürücü olan, bu oyunun hâlâ ‘iş yapması’, edebi değeri vasat olmasına karşın, yazarın en çok tanınan yapıtlarından olmasıdır.”

İtalik ve tırnak içindeki tüm bölümler, Moris Fransız’ın köşesinden alıntılardır – ve işte burada sanırım küçük bir “DUR!” dememiz gerekiyor... Bu yazıda artık hangi nedenle olursa olsun, II. Bayezid’in (Kral Ferdinand’a yönelik, tarihe de geçmiş alaycı sözleri hiç anılmayarak) gerçek motivasyonuna yer verilmediğini geçelim; Sefaradlar’ın Osmanlı’da acaba niye yeniden değerli devlet, din ve bilim adamlarla şair ve filozoflar çıkar(a)madıklarının sorgulanmadığını da eleştirmeyelim – ancak bu oyunu “acımasız ırkçı” olarak yaftalamak, dahası böylesine evrensel bir tiyatro klasiğini, hiç bir gerekçe vermeden sadece “edebi değeri vasat” gibi üç basit sözcükle değerlendirmek, hele edebiyatçı veya tiyatro uzmanı olmayanların haddine düşmez!! Yirmi yılı aşkın bir süredir değişik gazete ve dergilerde tiyatro eleştirmenliği yapmış, Shakespeare’i de oldukça iyi bilen bir kişi olarak bu sözlerimin altını özellikle çizmek istiyorum, izninizle...

Efendim, bu oyunun olası antisemitizm öğeleri onyıllardır tartışılageliyor – ve naçiz köşemizde Amerika’yı yeniden keşfet(tir)mek, değişik yerlerde (örn. “Tiyatro Tiyatro Dergisi”nde, bundan 11 yıl önce Şalom Gazetesi’nde bile!) ayrıntılı biçimde kaleme aldığım şekliyle bu konuyu tartışmaya köşemizde ne yerimiz var, ne de burası onun yeridir. Kaldı ki, 1066’dan beri İngiltere’de yaşamakta olan Yahudilerin ülkeden 1290 yılında topluca sınır dışı edilmeleriyle, 17. Yüzyılın ikinci yarısına dek bu topraklarda izleri bile kalmamıştı, yanı sıra bu salon güldürüsünü 1599’da yazamış olan William Shakespeare de belki ömrü boyunca hiç bir Yahudi ile karşılaşmamıştı! Bu bağlamda konuyu fazla uzatmadan, ilgi duyanlarınıza oyundaki olası antisemitizm konusunu yazım örnekleriyle ayrıntılı biçimde inceleyen/tartışan ve –kanımca en önemlisi!– vasat edebi değerde olmadığını kanıtlayan https://www.smithsonianmag.com/arts-culture/why-scholars-still-debate-whether-or-not-shakespeares-merchant-venice-anti-semitic-180958867/ sayfasını salık verebilir, ırkçılığa gelince de, 3.perde/1.sahnede üstadın “Venedik Taciri” Shylock’a yaptırdığı şu savunmasını aktarmak isterim...

“Yahudi’nin gözü yok mu? Yahudi’nin elleri yok mu; organları, boy posu, duyuları, duyguları, heyecanı yok mu?

Aynı yiyecekle beslenmiyor mu, aynı silahla yaralanmıyor mu, aynı hastalığa yakalanmıyor mu, aynı yolla iyileşmiyor mu, aynı kışın ve yazın üşüyüp ısınmıyor mu?

Farkı ne Hıristiyan insandan?

Etimizi kesince bizim de kanımız akmaz mı?

Gıdıklanınca gülmez miyiz? Zehirlenirsek ölmez miyiz?

Peki ya bize haksızlık ederseniz öcümüzü almaz mıyız?

Her şeyde size benzediğimize göre, bunda da benzeyeceğiz tabii.

Yahudi Hıristiyan’a haksızlık edince, karşılığında göreceği iyilik ne? İntikam!

Hıristiyan Yahudi’ye haksızlık ederse, Hıristiyan örneğine göre karşılığı ne olmalı? İntikam tabii!

Hainliği sizden öğrendim, yine size uygulayacağım.

Bu işi sizden çok daha iyi yapacağıma da güvenebilirsiniz.”

(çev. Bülent Bozkurt; Remzi Kitabevi, 1992)

Bir adım daha ileriye giderek, bu köşede daha önce de tanımladığım dört (dini, ırkçı, ekonomik, anti-siyonist) antisemitizm “gerekçesi”nden öte, çok çok popülist veya ticari dürtülere (= “gişe” kaygısına!) bağlayabiliriz, Shakespeare’in bu dramatik yaklaşımını – ancak böyle bir yazın başyapıtına “acımasız ırkçı”, dahası “edebi değeri vasat” tanımlamasını getirmek, acaba bilgisizlikten mi kaynaklanıyor?! Bakınız, “Venedik Taciri”ne antisemitizm yaftasını yapıştırıp, özellikle Shylock’u karikatürize ederek tüm Alman ve Avusturya tiyatrolarına taşıttıran Nazi yöneticileri, bunu ideolojik bir misyon uğruna yapmıştı. Ne var ki, aynı yazısında Baruh Spinoza’yı “sevgili dostu” olarak tanımlayan sayın Fransez’de böyle bir motivasyonun olmadığını var sayarak, yazısını gülümseme ile okumaya başlayanları hemen ardından böylesine düş kırıklığına uğratması, herkesin, her konu hakkında kalem oynatmaya ehil olmadığını düşündürtmüyor mu?..


1943, Viyana yapımı bir “Venedik Taciri” – solda “Shylock”

*****

Değerli okuyucularımıza bu yazı ile “Venedik Taciri” tartışmaları hakkında az da olsa, bazı bilgiler aktarabilmiş olmaktan memnunluk duyuyorum; ancak bu konuda daha çok ayrıntı arzu edenler varsa, onlara oyunun İstanbul gösterimi üzerine 2008’de yayımlanmış 1-2 yazımı severek iletebilirim...

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page