top of page

Berlin’den Alman/Yahudi/Türk izlenimleri...


Geçen hafta eşimle Berlin’deydik... Hani o sözde “bin yıllık Rayh”in eski başkentinde – 9 Kasım 1938 gecesi onlarca sinagogun yakılıp yıkıldığı, 1945’e kadar onbinlerce Yahudinin doğudaki ölüm kamplarına sürüldüğü, bugün bile bazı binalarının üzerindeki kurşun izlerinin (bilinçli olarak) örtülmediği tartışmalı metropolde. Burada Alman ruhu, asırlar boyunca sanat ve bilim alanlarında doruk noktalarına ulaşmışken, insanlık alanında 12 yıl süresince en dibe vuracaktı...

Berlin sokaklarında yürürken, Ortaçağ şehir duvar kalıntılarının yanı sıra otuz yıl boyunca kenti ikiye ayırmış başka bir duvarın izlerine de rastlıyor, adım başı ilginç anıtlar, görkemli sarayların önünden geçiyorsunuz. Yolda karşılaştığınız insanların konuştuklarına kulak verdikçe, sanki Babil Kulesi’ndesiniz – öte yandan eşiniz/dostunuz ile Türkçe konuştuğunuzda, sokaktaki birçok kişinin sizi anlayabildiği/izleyebildiğinin farkında olmalısınız!

Ancak bu kentin en önemli özellikleri bunlar değil. Berlin’de dolaştıkça, özellikle Yahudi soykırımının acı anılarına adım başı rastlamanız çok doğaldır. Bunun nedeni ise, bu köşemizde daha dört hafta önce değinmiş olduğum Alman kamuoyunda yer alan “unutmamalıyız” dürtüsüdür! İsrailli Prof. Friedlaender’in Alman Parlamentosu’ndaki son Şoa anma toplantısında dile getirdiği “bugün kökten değişmiş bir Almanya görüyorum” şeklindeki değerlendirmesi ( https://www.turkisrael.org.il/single-post/2019/02/05/27-Ocak%E2%80%99ta-Almanya%E2%80%99dan-al%C4%B1nan-dersler ), Berlin sokaklarında da adım başı izlenebiliyor. Örneğin, bir zamanlar Avrupa’nın en büyük üstü kapalı tren istasyonu olan Anhalter Bahnhof’un bugün ayakta kalmış dev kapısının yanında, 1941 yılından başlamak üzere sadece Theresienstadt’a hangi tarihlerde kaç Alman Yahudisinin sevk edildiğini gösteren uzun bir liste yer alıyor.

Veya kimi evlerin sokak kapılarından yaka paça ölüm kamplarına götürülen her bir Yahudinin adını, tutuklama tarihini ve hangi kampta öldürüldüğünü gösteren sarı renkli “tökezleme taşları”, bugünün belediyeleri tarafınca o kapıların önündeki sokak zeminine yerleştirilmiş; keza şehrin merkezinde yer alan Koppelplatz’daki “Terk Edilmiş Yahudi Odası Anıtı” – tümü, bu kara dönemin unutulmaması, böyle insanlık suçlarının bir kez daha tekrarlanmaması için...

Son olarak Limmud toplantısında katılımcı olarak bulunduğum bu ilginç kentte bizi bu kez konuk eden Berlin Yahudi Müzesi, art arda iki değişik etkinlik planlamıştı. Bunların ilki, bünyesindeki Michael Blumenthal Akademisi’nde gösterilen, Ainhoa M. Arteabaro’nun Türkiye Sefaradları hakkındaki “Kaminos di leche e miel” belgeseliydi ve bana düşen, Türkiye’deki Yahudi geçmişiyle günümüzdeki yaşamı hakkında bir konuşma yapmak, ardından ise aynı konuyu içeren bir panele katılmaktı. İkinci sunum, bir Türk-Alman derneği olan “KIgA” = Antisemitizme Karşı Kreuzberg Girişimi ile Müze’nin birlikte düzenledikleri “Antisemitizm ve Mizah” konusuna ayrılmıştı.

İlki Blumenthal Akademisi’nin büyük toplantı salonunda, diğeri Berlin’in sevilen Türk sahnesi Tiyatrom’da düzenlenen bu iki etkinlik, izleyicilerden gelen soru ve tepkiler açısından bana çok değişik ufuklar açtı. Her şeyden önce, Ladino dilinin nasıl da 500 yılı aşkın bir süre boyunca aynı toplum içerisinde muhafaza edilebildiğinin Alman izleyiciler tarafından kolayca inanılamadığını gördük! Diğer öne çıkan sorular, sayıları halen 10.000’in üstünde bulunan bir Yahudi nüfusunu barındıran tek Müslüman ülke olan Türkiye’deki “azınlık” yaşamı hakkındaydı... Bu nüfus niye on denli azalmıştı ve “geride kalanlar”ın düşündükleri/duyumsadıkları nelerdi? Türkiye’den “beyin göçü”, azınlıklarda daha mı yoğundu?

Azınlık sorunsalı, tamamen ayrı bir izleyici kitlesinin önünde, bu kez Türkçe olarak sunduğum “Antisemitizm ve Mizah” başlıklı söyleşide de ön plandaydı. Türk asıllı iki Alman akademisyen ile bundan iki ay kadar önce IYT lokalinde düzenlenen “yuvarlak masa” toplantısında (https://www.turkisrael.org.il/single-post/2018/12/28/Kimlik-sorunlar%C4%B1-Yuvarlak-Masada-ele-al%C4%B1nd%C4%B1 ) da enine boyuna tartıştığımız azınlık psikozu, belli ki Almanya’da –kimileri artık dördüncü kuşak olarak bu ülkede doğmuş– Türk asıllı Alman vatandaşlarının belleğinde halen önemli bir yer tutuyor. Özellikle eleştirel ve tepkisel Yahudi mizahını tetiklemiş olan ırkçılığın, Alman halkının bazı kesimlerde bugün yeniden yükseldiğini düşünen kimi izleyiciler, bu konudaki çarpıcı benzerlikleri öne sürmekten çekinmiyordu... Söyleşi ilerledikçe, keza etkinlik sonrası oluşan sohbet grubunda, buraya sığmayan daha nice ilginç karşılaştırmalar dile getirildi, değişik yaklaşımlar öne sürüldü.

Yahudi Mizahı hakkındaki kitapta yer verdiğim, 1940’lı yılların Almanya’sına atfedilen

  • Kaç çeşit Alman Yahudisi bilirsiniz?

  • Kötümser ve iyimser olanları...

  • Peki, aralarındaki fark nedir?

  • Çok bariz değil mi? – Kötümser olanlar çoktan Amerika’da, iyimserler ise bugün Auschwitz’de...

(hayali?) diyalogun üzerine, bir dostumuzun verdiği aşağıdaki kısa söylem ile bu yazıyı noktalayalım:

  • Nazi dönemindeki Yahudiler ile günümüz Almanya’daki Türkler arasında bir fark görüyor musunuz?

  • Tabii ki – Türkler şimdilik halen aramızdadır!

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page