Merhaba sevgili okurlarım. Uzun bir bayram sürecini daha sağlık ve huzurla bitirdik. Tişri ayının ilk 22 günü, bir yığın dini ve geleneksel görevleri yerine getirmekle geçer. Tüm kutlamalar, içlerinde farklı ritüeller barındırırlar. Ama şüphesiz ki bu bayramların en eğlencelisi Sukot Bayramı’dır.
Sukot, çeşitli boyutlardaki sukaların, üzüm salkımları, narlar, lulav, hadas, arava ve etrog buketleri ile süslenmiş mutluluk mekanlarıdır. İstanbul’da yaşarken Sukot Bayramı, biz Sefarad Yahudileri için sadece sinagogların arka bahçelerinde kurulan sukalarla sınırlıydı. Ben küçükken ve genç kızken, Sukot’ları, Kadıköy Hemdat İsrael Sinagogu’nda kutlardık. İlk iki gece yapılan dini törenden sonra herkes, arka bahçedeki ahşap çardağın süslendiği sukaya girerdi. Kurulan uzun sofraya hep birlikte, yan yana otururduk. O zamanlar yaşam mütevazı olduğundan, cemaatteki gönüllü ruhlarla çalışan kadınların hünerli elleriyle hazırladıkları sofralar hazırlanırdı. O yıllarda, yemekten sonra, şimdi çöp torbalarına doldurulan sofra araç gereçleri yoktu. O uzun masalara tertemiz ve bembeyaz ütülü, kolalı keten masa örtüleri serilirdi. Masanın üzerine düzinelerle porselen incecik beyaz tabaklar, ince cam su bardakları, pırıl pırıl çatal ve bıçaklar dizilir, ışıldayan cam sürahilerden, buz gibi soğuk sular ikram edilirdi. Ortadaki servis tabaklarında ise, irice parçalar halinde kesilmiş beyaz peynir ve eski kaşar peyniri, haşlanıp ikiye kesilmiş yumurtalar, patlıcanlı borekalar, patatesli bulemalar, biberli ve çester şeklinde boyikolar, salkımlar dolusu iri üzümler olurdu. Sinagogun hemen yanındaki ekmek fırınından biraz evvel alınmış ekmekler dilimlenip ekmek sepetlerinde mis kokulu rayihalarını etrafa yayarlardı. Bütün bir somundan kopartılan ekmek parçalarına tuz eker,” Amotsi” duasını edip yedikten sonra, herkes tabaklarını neşeyle doldururdu. Güler yüzlü sohbetler, şen kahkahalar hala kulaklarımda çınlar.
İstanbul Sinagoglarındaki Sinagog sukalarının ikramları yıllar içinde seçkilerini zenginleştirmeye başladılar. Peynir çeşitleri çoğaldı, üzüm ve yumurtalar baki kaldı. Pet şişelerdeki soğuk sular suların yanı sıra, cola ve benzeri içecekler bir içimlik plastik bardaklara dolduruldu. Boreka çeşitleri çoğaldı, ve sofraları yaprak sarmalar, tarama ve patlıcan salataları ile, vedet şantöz somon füme dilimleri şenlendirmeye başladı J.
Kurulan sofraların örtüleri de dahil olmak üzere, boşalan masalar hariç her şey, mavi torbalara dolup, çöpü boyladı. Caddebostan ve çevresi çok geniş bir Yahudi Cemaati’ni barındırdığından, Sukalara girmek için, kuyruklara girmek şart oldu. Örneğin 50 kişilik bir kapasitesi olan sukaya yarımşar saatten beklemek üzere, o akşam bir saatten fazla dışarıda kuyrukta beklemek gibi problemler doğdu. Hatta bazen irili ufaklı tartışmalar ve homurtular kulaklarımıza ulaşırdı. Olsun yine de keyifliydi. Çok uzun zamandır görmediğiniz kişilerle karşılaşıp, kısa sohbetler ederdik. Ben artık bu toplantılara nadiren gider olmuştum. Ne de olsa yıllar sabırları tüketiyor… Çocuklarım da artık büyümüşlerdi. Zaten hep söylerim bayramların tadı çocuklukta ve gençlik yıllarında olur. Geri kalanlar yaşam dekorudur.
İsrael’e aliya yaptıktan sonra, Yahudi bayramlarını, Yahudi’lerin hakiki ülkesinde yaşamanın anlamını, çok daha yakından anlamaya ve keyfini çıkartmaya başladım. Mesela, İstanbul’da yaşadığımız zaman, yapacağımız her şeyi kapalı kapılar ardında ve azami miktarda az dikkat çekerek yapmaya mecbur olduğumuz için, tüm mutluluklarımızı, kapısında en az iki polis ve birkaç korumanın eşliğinde ve az ileride tepesinde ışıkları yanan polis aracının gölgesinde, 3 adet çelik kapıdan, kameralar eşliğinde geçip, bazen de kimlik kontrolünden sonra nihayet içeriye alındığımız sinagogların içinde yapmak zorunda olduğumuzdan, buradaki bayramların nasıl özgürce ve neşeyle kutlandığına şahit olmak, beni çok etkiliyor…
İsrael’de Sukalar, evlerin balkonlarında ve bahçelerinde, parklarda, bazı restoranların bahçelerinde kuruluyor. Bütün evlerden ve balkonlardan dışarıya neşeli kahkahalar, müzikler yollara perde perde yayılıyor. Evlerinde suka kuran aileler, sofralarını her akşam sukalarının içinde kurup yemek yiyorlar. İlerleyen saatlerde ise sukalarında konuklarını ağırlayıp, keyifli saatler geçiriyorlar. Bunu sadece dindar ailelerin yaptığını zannetmeyin. Özellikle küçük çocuklu, laik aileler de bunu büyük bir istekle yapıyorlar. Dinsel ritüeller bu şekilde yapıldığı zaman aidiyetiniz size dayatılmıyor, bütün bunları doğallıkla içselleştirebiliyorsunuz. Bazı aileler 8 gün boyunca sukaların içinde, portatif yataklarda uyuyorlar.
Düşünebiliyor musunuz, insan eğer küçükse, böyle minik bir yerde uyumak ne kadar zevkli olur? Kardeşler birbirini gıdıklar, kıkırdaşır, şakalar yapar. Babaları kızar ve “artık uyuyun “ der, anneleri sık sık uyanıp serin gecelerde çocuklarının üzerlerini örter… Keşke küçükken ben de böyle mutluluklar yaşayabilseydim.
Hayatımda tek bir kere böyle bir gece yaşadım ama deprem korkusundan. Yanılmıyorsam ağustos ayındaydık,1966 yılında. Varto depremi olmuştu. Doğu Anadolu’da binlerce kişi ölmüştü. Ben o zaman on yaşlarında olmalıyım.
Akşamüstü saatlerinde çok şiddetli bir deprem olmuştu. Annem bizi hemen ahşap kapı pervazlarının altına çekmişti. Bizimkiler hep bir ağızdan, “Şema İsrael” duasını korkudan bağırarak söylemeye başlamışlardı. Aslında ben, korkmaktan ziyade olanların ciddiyetini kavramaya çalışıyordum. Neyse deprem biter bitmez beş dakika sonra arka sokakta oturan teyzemler bize geldiler. İnsanlar çoluk çocuk, sokaklara dökülmüşlerdi. Herkes bir ağızdan aralarında konuşuyordu. O gece açık alanda yatacaklardı. O devirde Moda’da bir dolu açıklık, kırlık alanlar vardı. Moda’daki Şair Nef’i Sokağı’ndaki Moda Camii yeni inşa edilmişti. Caminin yanında çok geniş bir kırlık alan vardı. Orada tavuklar, civcivler ve baba horozları bütün gün kümeslerinden çıkıp özgürce, o kırda yemlerini atıştırırlardı. Kanımca o kümes caminin imamınındı.
O akşam caminin yanı insan kaynıyordu. Battaniyesini ve yastığını kapan orada toplaşıyordu. Orası şenlik alanına dönüşmüştü. Ablamla ben biz de açık havada yatalım diye annemin gözünün içine bakıyorduk. Yok canım korktuğumuzdan değil, canımız macera istiyordu.
Ne münasebet? Böyle bir şey söz konusu bile değildi. Ailenin önemli kararlarını annem verirdi ve o gece teyzemlerde kalmamız gerektiğini söyledi. Teyzemlerin evi, hemen arkamızdaki sokakta bir giriş katıydı. Yatak odasının penceresinden, atlamaya gerek olmadan kaldırıma ayağınızı basabilirdiniz. Yani ha evdesin, ha sokakta… Şimdi bir düşünelim minik bir odacık. Biz beş kişi, teyzemler üç kişi yani tam sekiz kişi. Odada bir divan, karşısında çift kişilik bir yatak var. Annem, iki teyzem ablam ben ve kuzenim yatakta yatıyoruz. Daha doğrusu üç kız kardeş birer köşeye sıkışıp oturuyorlar. Biz çocuklara yatacak yer kalsın diye. Ablam Venezya, ben ve kuzenimiz Aşer ortada patlamış mısır gibi kaynıyoruz. Kahkahalar ve yastıklar havada uçuşuyor. Babam divanda, teyzemin kocası yer yatağında. Onkle Bohor, hemen horlamaya başladı, çuf çuf tren sesleri çıkarıyor Ben artık gülmekten helak olmuşum. Ablam ciddi bir kızdı ama, o gece o bile kendini saldı. Bizim kuzen ise formunda, palyaçoluk tavan yapıyor. Babam sabırla sırtını bize dönmüş, uyuma pozunda, annem trafik polisi gibi, ama boşuna çabalıyor. Sabaha karşı artık yorgunluktan uyuyakalmışız.
Ben ömrümde ilk defa bir başkasının evinde yatıya kalmıştım. Nasıl mutluydum anlatamam Bu bir mucize gibiydi. Bütün aile aynı odada yatmıştık. Zaten o geceden sonra asla böyle bir şey yaşamadım.
Nereden nereye gittim ben. Hadi Sukot’a geri dönelim. Bu sene ömrümde ilk defa bir ev sukasına davet edildim. Ev sahipleri Luiz ve Ovi oktay Gülerşen’di. Altın kalpli, maviş gözlü Oktay ve tatlı güzel karısı Luiz bizi gülen yüzleri ve harika ikramlarıyla balkonlarındaki Suka’larında ağırladılar. Yanımızda daha birçok sevdiğimiz, yakın dostlarımız da vardı. Ne kadar mutlu ve neşeli bir gece geçirdiğimizi anlatamam. Tanrı her seneye nasip eder inşallah.
Ve dün Simha Tora ile bayram günleri sona erdi. Artık tatiller dizisi bitti. Sukalar söküldü, tekrar kurulmak üzere gelecek yılı bekleyecekler. Yarın okullar tekrar açılıyor. Biz de erkenden ulpanımıza gideceğiz. Dilerim ki, yeni İbrani yılımız hepimiz için, sağlık ve huzurla geçsin. SİSU VE SİMHU VE SİMHA TORA
UVNU KAVOD LA TORA.
“Simha Tora’da mutlu olun,
Tora’ya saygı duyun.
Yeniden buluşmak üzere, hoşça kalın.