top of page

İki bilim adamından İYT için Graz sempozyumu değerlendirmesi


Graz şehrinde Türkiye Yahudileri üzerine bir Sempozyum

Graz Avusturya'nın ikinci büyük şehri. Viyana'ya iki buçuk saatlik bir tren yolculuğu kadar yakın olsa da, Salzburg veya Innsbruck kadar tanınmış bir kent değil. Sefarad ya da Türk Yahudileri açısından şimdiye değin pek bir öneme de haiz olmamış. Buna rağmen, 18 ve 19 Haziran günlerinde, bugüne kadar pek de çok örneği olmayan bir etkinliğe ev sahipliği etti bu Orta Avrupa şehri. 'Jewish - Turkish Entanglements' başlığı altında, Türkiye, Israil, Amerika ve Avrupa'dan gelen otuzdan fazla akademisyen, sivil toplum aktivisti ve sanatçı, iki gün boyunca Türkiye Yahudi cemaatlerinin geçmişini ve geleceğini irdeledi, Israil, Avrupa ve Amerika'ya süregiden göç dalgalarını tartıştı ve Türkiye'de hızla koyulaşan antisemitizm koşulları altında Yahudi olarak yaşamanın ne kadar mümkün olduğunu konuştu.

Niye Graz diyecek olursanız... dört yıldır Graz Üniversitesinin Türkiye araştırmaları kürsüsünün başındayım. Çalışmalarımda hep Türkiye'nin sadece 'Türkler’e' ait olmadığı, ve Türk denilen grubun da sadece Sünni Müslümanlardan ibaret olmadığı fikirlerinden yola çıktım. Son projemde Türkiye Yahudiliği konusuna yönelmem bunun tabii bir neticesi oldu. Bu arada uzun süredir irtibatta olduğum Northwestern Üniversitesinden Osmanlı tarihçisi Prof. İpek Yosmaoğlu'nun 2017-18 akademik yılında Avusturya Bilim Enstitüsünün misafiri olarak Graz'a gelmesi de yeni bir fırsat yarattı: daha önce Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde siyasal şiddet ve milli kimlik üzerine çalışmalarıyla tanınan Yosmaoğlu, yeni projesinde Türkiye Yahudiliği ve Cumhuriyet dönemi azınlık politikalarına eğilmişti. Farklı akademik disiplinlerden gelmemizin de katkısıyla verimli bir fikir alışverişi yapma fırsatını bulduk . Projelerimizin en önemli ve acil çıkış noktası Türkiye'de Yahudi düşmanlığının varsayılanın aksine köklü bir gelişim süreci olduğu, ve her fırsatta öne sürülen “örnek azınlık” söylemlerine rağmen bu düşmanlığın artık Yahudi cemaatinin varlığını topyekun tehdit edecek boyutlara ulaşmış olmasıydı. Sempozyumu tam da bu nedenle ve birlikte düzenlemeye karar verdik.

Sürekli başkalaşan Türkiye’de Yahudi kültürünün, bileşeni olduğu kozmopolit imparatorluk kültürüyle beraber giderek tahrip olduğu bir gerçek. Sempozyumda bu konuya hem tarihi hem de güncel boyutlarıyla sosyoloji ve siyaset bilimi açılarından yaklaşmak istedik. Ayrıca cemaatin içinde ve dışında devam eden sivil toplum temsilcilerin seslerini de yansıtmak istedik. Doğrusunu söylemek gerekirse davetiyelerimizi hazırlarken konunun nasıl bir ilgi göreceğini tam olarak kestirememiștik. Ancak irtibat kurduğumuz hemen hemen herkes davetimizi memnuniyetle kabul etti. Bir katılımcının söylediği gibi 'bu sempozyumun zamanı çoktan gelmişti'.

Stanford Üniversitesinden Prof. Aron Rodrigue'in Türk Yahudi tarihinin ana hatlarını tartışan, '500 senelik hoşgörü' tezini de sorgulayan ufuk açıcı konuşmasıyla başlayan Sempozyumda, üç akademik panelimiz vardı. İlk panelde, Sefarad Yahudilerinin Osmanlı İmparatorluğunda, Cumhuriyet döneminde ve özellikle de İkinci Dünya Savaşı boyunca yaşadıkları vatandaşlık deneyimleri irdelendi. Türkiye Cumhuriyeti Yahudi vatandaşlarını hiç bir zaman eşit yurttaş olarak görmediği, ancak zaman zaman ve istemeden de olsa, kapsayıcı da olabildiği fikri tartışıldı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye'nin Hitler Avrupa’sında kalan Türkiye (veya Osmanlı) Yahudilerini kurtarmak için bir yandan kayda değer bir çaba sarf etmezken bir yandan da bazı konsolosların bireysel ve küçük çaplı çabalarını engelleme gereği görmemesi bunun mühim bir örneğiydi.

İkinci panel, uzun zamandır var olan, ancak son yıllarda adeta siyasi elitlerin resmi bir söylemine dönüşen antisemitizm konusuna adanmıştı. Antisemitizmin siyasal İslam'ın olmazsa olmaz bir bileşeni olduğu ve gündelik hayat içinde artık normalleştiği saptaması yapıldı. Türkiye Yahudileri araştırmaların duayeni ve Centro Alberto Benveniste üyesi Rıfat Bali'nin sözüyle, herkes için olmasa da, bavulları hazırlamak zamanı gelmişti. Üçüncü panel ise, Yahudilerin dipten gelen bu nefret dalgasına nasıl tepki verdikleri konusuna ayrılmıştı. Çare bazen İspanyol veya Portekiz vatandaşlığı alarak acil bir durum için çıkış yolu hazırlamak, bazen Türkiye toplumunun özellikle okumuş orta ve üst-orta kesiminde sıkça rastlandığı şekilde, Avrupa ülkelerine veya Kuzey Amerika’ya göç etmek, bazen de İsrail’in sağladığı vatandaşlık imkanına sığınmaktaydı. Avlaremoz gibi Yahudilik ile ilgili farklı pencereler açan oluşumların temsilcileri ise bu yaygın göç eğilimine rağmen, kalanların da olduğunu, ve bu kalanların sivil toplum içerisinde bir varoluş mücadelesi verdiğini önemle dile getirdi.

Tabii ki sempozyum derken sadece akademik bir etkinlik de düşünmemeli. Toplantıda tıpkı sempozyum kavramının antik Yunan dönemindeki anlamında olduğu gibi yeme, içme, sanat, ve müzik de önemliydi. Müzik cephesinde yıllardır Graz'ta yaşayan İstanbullu Aron Saltiel vardı. Hem psikoterapist, hem de Sefarad müziği uzmanı. İcra ettiği 'Cantigas sefaradies'ler, on beşinci yüzyıldan yirminci yüzyılın başlarına uzanan, Yahudi-Sefarad-Türk kültürünün zenginliğini temsil eden bir ses ve söz yolculuğuydu.

Aylin Kuryel, bu sene İletişim yayınlarından çıkan ve annesi Raşel Meşeri ile birlikte derlediği 'Türkiye'de Yahudi Olmak. Bir Deneyim Sözlüğü' adlı çalışmayı örneklerle sundu. Bir yandan çoğunluk toplumu tarafından, zaman zaman da cemaat içinde dışlanma, bir yandan da kendi yolunu bulma öyküleriydi bunlar.

Yemeğe gelince... 1900 senesinde nüfusunun neredeyse yüzde onu Yahudilerden oluşan Viyana’yla mukayese edilemeyecek olsa da 1940'lara kadar iki bin beş yüz kişilik, yani azımsanmayacak bir Yahudi nüfusuna sahip olan Graz hemen hemen tüm Orta ve Doğu Avrupa’da olduğu gibi bu cemaatin neredeyse tamamını soykırımla kaybetti. Bugün ise yepyeni bir sinagogu da olsa, cemaat sadece birkaç aileden ibaret. Bu nedenle kaşer yemek bulamadığımız için, Viyana'daki bir restorana özel sipariş vermemiz gerekti, ve sonuç maalesef arzu edildiği kadar taze ve leziz değildi. Umarız ki İstanbul'da, İzmir'de hiç bir zaman böyle bir durumla karşılaşmayız.

Graz Sempozyumunun sonucunda, Türkiye Yahudileri üzerine çok daha çok çalışma ve araştırma gerektiğini anlamış olduk. Hem tarihe, hem günümüze bakarak, hem Türkiye'de, hem de Israil'de ve geniş bir dünya coğrafyasında yaşayan Türkiyeli Yahudiler üzerine yazılacak çok kitap ve doktora tezi var. 500 senelik hoşgörü söyleminin artık pek inandırıcı bir tarafı kalmasa da, İstanbul ve İzmir cemaatleri giderek küçülse de, hala devam eden ve daha çok görünürlük hak eden bir Türkiye Yahudiliği var. Sempozyumun konunun daha fazla araştırılmasına, ve Türkiye'deki Yahudi varlığına küçük de olsa bir katkı yapmış olmasını temenni ediyorum.

İpek K. Yosmaoğlu

(Aron Saltiel - As der Rebbe Elimelech)

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page