Bazıları depremden korkar, bazıları selden, bazıları fareden… Benimse hayatta en korktuğum şey yangındır. Sebebini tam olarak bilemiyorum, belki de gençlik yıllarımda, çalıştığım ofiste çıkan yangındır bu korkumu körükleyen, ama bildiğim bir şey varsa o da iki alevi yan yana görecek olsam çığlık attığımdır. Ve belirtmeden edemeyeceğim: Özellikle yaz aylarında, mangal yakıp sonra da söndürmeyi unutan “magandaların” çıkarttıkları orman yangınları, bütün yangınlar arasında en nefret ettiğimdir.
Geçtiğimiz hafta Yunanistan’ın başkenti Atina’nın 25 kilometre kuzeydoğusundaki Penteli ve Mati bölgelerindeki ormanlık alanda başlayan ve hızla yayılan yangında, yüreğim bir kez daha yandı, canım acıdı. Ölü sayısının 80’e ulaştığı, en az 150 kişinin yaralandığı korkunç bir facia yaşadı dünyamız! Hepsi o kadar da değil, ölen onca hayvan, yanıp kül olan ağaçlar, bitkiler, evler, arabalar… Maalesef her yıl farklı bir ülkeden benzer facia haberleri geliyor ve bizler elimiz kolumuz bağlı, yükselen dumanları izlemekle yetiniyoruz. Vah vah, diyoruz birkaç gün boyunca ve sonra unutuyoruz!
Yunanistan’daki bu yangın ile ilgili olarak asla bir spekülasyona girmek istemem, doğal yollardan çıkmış olabilir, alevlere bir anlık bir dalgınlık neden olmuş olabilir, aşırı sıcaklardan meydana gelmiş olabilir, bunun gibi binlerce sebebi olabilir… Ama sonuca bakın ki, ufacık bir kıvılcımla başlayan bir yangın yeri doldurulamayacak ziyanlara neden oldu! Tıpkı yıllar önce Burgazada’da kontrolden çıkıp güzeller güzeli adamızın tepesini kel bırakan o yangın gibi. Fidanların ağaca dönüşmesi uzun yıllar sürdü ve inanın ki, hâlâ eski güzelliğine kavuşamadı.
Hani mangaldan çıkan yangından nefret ettiğimi söylemiştim ya, bir de “alçakça” çıkarılan yangınlar var ki, onlara da değinmeden edemeyeceğim. Sigortadan para almak için evini, fabrikasını yakanları mı istersiniz, imar izni çıkaramadığı için ormanlık araziyi tutuşturanları mı? Böyle örnekleri sıraladıkça tüylerim diken diken oluyor! Nasıl kıyabiliyorlar doğaya, nasıl canları acımadan çakabiliyorlar o ilk kibriti? İnanılır gibi değil.
Peki, nasıl önlenebilir ya da en azından azaltılabilir bu yangınlar? Burada müsaadenizle Cem Yılmaz’ın meşhur cümlesini tekrarlayacağım: “Eğitim Şart!” İlk önce ve öncelikle, orman ihtiyacı ve orman yangınlarının verdiği zararlar okul müfredatına eklenmeli ve bu konuya çok zaman ayrılmalı. Ormanları kasten yakan ya da ormanların yanmasına neden olan kişilere çok ağır cezalar verilmeli. İşledikleri bir tür cinayet neticede… Ve her şeyden önemlisi (ne kadar mümkün bilemiyorum tabii) yangınlar sonucunda yanan yerler asla yapılaşmaya açılmamalı, aksine tekrar ormana çevrilmeye çalışılmalı.
Demem o ki, ağaçlar ve ormanlar dünyamızın akciğerleri. Yağışı getiren, yeraltı sularını zenginleştiren, hava kirliliğini ve toprağın kaymasını önleyen, sıcağı ve soğuğu dengeleyen onlar. Ağaçları korumaya mecburuz, daha da önemlisi, birer canlı olduklarının bilinciyle de onlara sahip çıkmaya mecburuz.