top of page

İsrael’de çocuk olmak var…


Size çocukken hiç “bugünün nasıl geçti?” diye soruldu mu? Bana hiç sorulmadı. Nasıl geçecekti ki… İlkokul günlerimi anımsıyorum. O karanlık, yağmurlu günleri. Şişli Terakki’de okudum, Nişantaşı’nda… Sözüm ona iyi okullardan biri idi. Sınıfta Yahudi öğrenci sayısı da oldukça kabarıktı. Gerçi o yaşlarda böylesi bir ayırım da yapılmazdı. Ders aralarında (teneffüs) çıkılan o bodrum kattaki salon, bütün öğrencilerin (talebe derdik) nerede ise istif halinde dizildikleri o mekânı hatırladıkça bugün bile klostrofobi geçiriyorum.

Hafta sonları, tatil günleri ya hizmetçi ile birlikte gidilen İnci sinemasındaki “Ayşecikli” bir Türk filmi, (Bu arada Avaremu adlı Hint filmini en az on bir kere seyrettim) ya da oyun oynayan ebeveynlerim ve misafirlerin masa ayaklarının dibinde iskambil kâğıtları ile kurduğum şatolar. Yılda bir kez de seyahate çıkan anne ve babamın dışardan getirecekleri Tour Eiffel’li bir kalem tıraş veya benzeri basit bir oyun…

Hiç mi çocukluğumu yaşamadım, yaşadım tabi… Her dönemin kendine göre anıları vardır. Yine de çocukluk anılarımın pek renkli oldukları söylenemez. (Yazın gittiğimiz Büyükada hariç)

Biri sekiz, diğeri dört yaşında iki oğlum ile İsrael’e aliya yaptığımda baba-çocuk ilişkileri yönünden ülke koşullarına alışmam pek kolay olmadı. Kendimi her ne kadar batılı görsem ve yabancı okullarda okumuş olsam da benliğime işlemiş “şark” kültürünün bir sonucu “mutlak itaat edilen baba” rolünden sıyrılmam zaman aldı.

Ve şimdi torunlarıma bakıyorum, anneleri her gün okuldan döndüklerinde kendilerine “günlerini nasıl geçirdiklerini” soruyorlar. Mutlular, anlatacak onlarca güzel şeyleri var… Kendilerine güvenleri sonsuz, ailenin merkezinde yer alıyorlar, planlar, programlar çocuklara odaklı yapılıyor.

Torunumla satranç oynuyorum, sekiz yaşında, kursa gidiyor… Öyle sevinsin diye yalandan yenilmece filan yok. Kıran kırana bir mücadele, yenmeyi de yenilmeyi de biliyor.

Yaşadığım mıntıkada bir “Country” var, daha doğrusu birkaç tane. İsrael’in sanıyorum her kentinde, her yerleşim bölgesinde mevcut. Bu ülkede kentler arasında bir farklılık göremezsiniz, yaşam standartları beş aşağı beş yukarı birbirine yakın. Her yer yemyeşil, her yer çiçeklerle süslenmiş…

Çocukların yaz tatilleri iki aydır. Yaşına göre kimi “kaytana”ya (yaz okulu) gider, kimi izcilerin (Tzofim) gezilerine katılır veya yurt dışında belli süre için bir “Summer School”a yollanır. Genelde de ailece Ağustos ayının belli bir haftasında yaz tatiline çıkılır. (6,5 milyon İsraelli’nin 2 milyonunun seyahate çıktığına şaşırmamak lazım). Alışa geldiğimiz; “çocukları büyüklere bırakalım da rahat bir tatil yapalım” diye bir anlayışa pek rastlayamazsınız.

İki ay boyunca genelde spor ve yüzme amaçlı “Country”lerin kapalı çocuk havuzlarında olsun, olimpik havuzda olsun yaz ayları boyunca gruplar halinde her yaşta yüzlerce çocuk görürsünüz. Gün boyu danslar edilir, oyunlar oynanır… Çocuklar tüm enerjilerini tüketerek evlerine dönerler.

Onar, on beşerli her grubun başında lise öğrencisi bir genç onlara öncülük eder. Bu gençler de hem sosyal bir hizmet görmüş, hem de bu sayede belli bir kazanç elde etmiş olurlar. (Gençlerin her türlü işte, manav çırağı olarak veya pizzacıda çalışmaları ne ayıplanır, ne de hor görülür.)

İşte böyle… İsrael çocukların çocukluklarını yaşadıkları bir ülkedir. İsrael çocukların cennetidir denmesi boşuna değildir…

Not: Farklı deneyimleri olanlar yorum olarak paylaşırlarsa sevinirim.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page