top of page

Nostradamus, göçmenler ve 47 yıl öncede yazılmış olanlar...


Lise yıllarında keşfettiğim 16. Yüzyıl Fransız kâhini Michel de Nostredame, bilinen adıyla Nostradamus’un yazılarını şaşkınlık ve ürpertici bir ilgi ile okumuş, en çok da şu garip satırlara takılmıştım: “Tuna ve Ren nehirlerinden içecektir / büyük deve ve bundan pişman olmayacaktır...” Bu “şifreli” öngörüler, daha o altmışlı/yetmişli yıllarda “Nostradamus uzmanları”(!) tarafından, Avrupa ülkelerinin kanlı bir “Arap istilasına” uğrayacağı şeklinde yorumlanmıştı!

Aradan 50 yıl geçti ve kâhinin öngördüğü türden savaşlar olmadı, Arap ordularının Avrupa’ya bir saldırısı görülmedi – ne var ki, İslam dünyasından gelen onbinlerce sığınmacı AB ülkeleri sınırlarına dayanıyor, kimileri de bu engelleri aşabilmiş durumda – ve arkası kesilmeyen bu göç dalgası sürüyor...

Öte yandan Avrupa da değişiyor ve şu sıralarda ikiye bölünmüş durumda – bir taraftan Merkel gibi ılımlı, göçmen kabulüne açık siyasetçiler, karşılarında ise Viktor Orban gibi sağcı/milliyetçi politikaları benimseyenler var. Almanya’daki değişiklik aslında baş döndürücü: Daha 70 yıl önce Nazi kıyımlarından kaçmaya çalışan Yahudilerin tıka basa doldurdukları Struma gibi gemileri hiç bir batılı ülke kabul etmezken, günümüz Almanyası’nın bayrağı altında Akdeniz’i arşınlayan “Lifeline” gemisi, boğulmak üzere olan göçmenleri kurtarıyor ve onları kabul edecek ülke arıyor! Tabii ki Almanya siyaset ortamında bu konuda da birbirlerine zıt tutumlar var – Şansölye Merkel ile İçişleri Bakanı Seehofer arasındaki ikilem, ciddi bir hükümet krizine yol açtı... Ne var ki, sağlayabildikleri uzlaşıdan hafif bir “3.Reich” kokusunu da almadık değil: Göçmenlerin belgeleri incelendiği sürece sınırlarda kalmalarını sağlayacak bir çeşit “toplama kampları”nın tasarlanmasıyla, Almanya’nın 1933-45 yıllarındaki kapkara tarihi ile günümüz arasındaki daire kapanıyor mu yoksa?! Açıkcası, sanmıyorum – zira Angela Merkel gibi bir “buldozer”in (belki de asıl Nobel Barış Ödülü’nü hedefleyerek!) kendine mal etttiği göçmen politikasından ancak koalisyonunun çökmesi ile vazgeçebilir.

Toplantı masalarındaki siyasi tartışmalar süredursun, burnumuzun dibindeki Akdeniz’in “boat people”ları ölmeye devam ediyor: 2018’in ilk altı ayında toplam 1405 göçmen boğuldu! Yukarıda andığım geminin işletmecisi olan Alman Mission Lifeline Vakfı, web sayfasındaki “The world is out of control” başlıklı destek çağrısında şu bilgileri ortaya koyuyor: Yerküremizde savaş, takip, sınır dışı edilme, tecavüz, işkence ve açlıktan kaçan 65 milyon insan var – ve bu kişilerin yarısından fazlası 18 yaşın altındadır... Bunların 42 milyonu kendi ülkelerinde sığınacak bir yer ararken, 23 milyonu da komşu veya daha uzak ülkelere doğru yelken açıyor... Avrupa ülkeleri, varlık birikimlerini korumak için kendi sınırlarını artan tedbirlerle emniyet altına alıyor ve dolayısıyla göçmenlere, çoğu açık denize dayanıklı olmayan irili-ufaklı vasıtalarla kendilerini Avrupa Birliği ülkelerinin kıyılarına atmak kalıyor. “Bu insanların hayatta kalmaya hakları yok mudur? Hiç bir insan, ne çölde susuzluktan, ne de denizde boğularak ölmeyi hak eder...” haykırışı ile sona eriyor bu destek çağrısı.

Bu insanlar, hangi ülkelerin vatandaşlarıdır? Öncelikle Suriye’nin, Irak’ın, Afganistan’ın, Libya’nın ve birçok Latin Amerika muz cumhuriyetlerinin... Peki, benzer türdeki ülkelerde yakın gelecekte çıkabilecek yöresel krizler sonucu doğabilecek çatışmaları, olası savaşları, takipleri, sınır dışı edilmelerı, tecavüz ve işkenceleriyle görülebilecek açlık salgınlarını önlemek amacıyla, bu kriz potansiyellerini öngörüp önlemler üretecek bir kurum (Birleşmiş Milletler neye duruyor?), kurul veya “think tank” yaratılamaz mı?

Bakınız, 21 yaşındaki bir üniversite öğrencisi, arada bir makalelerini yayınladığı döneminin saygın “Yeni Gazetesi”nin taa 23 Haziran 1971’in “Konular ve Görüşler” sayfasında (dönemine has daha “eski” bir dil ile) neler yazmıştı: “Başbakan Nixon’un yardımcılarından Josep Sisco, Pakistanlı mülteciler probleminin siyasal yönden çözümleneceğine inanmaktadır. Ancak şurası muhakkaktır ki, siyasi bir çözümden önce, “insani” bir çözüm yolu aranmalı ve bunu takiben, vaktinde müdahalede bulunmak için uluslararası mülteci teşkilâtları önemli ölçüde takviye edilmelidir. İleride doğabilecek mülteci sorunlarını önceden tahmin etmek üzere, dünyanın neresinde olursa olsun, siyasi bunalımları yakından takip eden bir organın kurulması şarttır. Böylece o bölgelere yapılacak yardımlar gecikmeli değil, hemen netice verebilecektir.”

*****

İlgi duyan okurlarımıza bu yazının bir ekran görüntüsünü email yoluyla iletebilirim.

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page