Bu portalımızda iki hafta önce değerli kardeşim Yael Çittone’nin Habima Tiyatrosu hakkındaki yazısını okuduğumda, anılarım 11 yıl öncesine gitti! Eğer ilgi duyarsanız, konusunda Türkiye’nin en köklü dergisi olan “Tiyatro... Tiyatro...”nun Ocak 2007 sayısında yayımlanan “İsrail’de tiyatro ‘ciddi iş’tir..!” başlıklı yazımdan buraya aktardığım üç paragrafa önce bir göz gezdirmenizi rica ederim:
***
Otuza yakın profesyonel tiyatronun bulunduğu İsrail’de, geçtiğimiz ay boyunca Kültür ve Dışişleri Bakanlıklarının önderliğinde ikinci “Tiyatro Tanıtım” günleri düzenlendi. Etkinliğin amacı, ülke çapındaki yapımları dünyanın çeşitli festival ve tiyatro yöneticilerine tanıtarak, “ihracatını” sağlamaktı. Belli başlı 15 tiyatroda dört gün boyunca toplam 23 oyunun sergilendiği bu şenliğe eşimle birlikte davetliydik – ve büyük çabalar ile en “yetkin programlama” yöntemlerine başvurmamıza rağmen, bu sayılı günler içinde “sadece” 16 oyun izlerken, İsrail tiyatrosu hakkında oldukça kapsamlı bilgiler edinebildik diyebilirim...
İsrail’de tiyatro, TV’den sonra en popüler eğlence türüdür. Yedi milyonluk bu ülkede yılda dört milyonu aşkın bilet satılıyor! (...) İsrail’de her yıl 150 dolayında yeni oyun sahneleniyor, tiyatro okullarının halka açık olan, festivallerde de sergilenen yapımlar dahil olmak üzere... Art arda beş sezon izleyici çekebilen bazı başarılı oyunlar 300 - 500 kez “perde!” diyebiliyor. Yıllık bir tiyatro abonmanınız yoksa, yer bulmak için biletinizi çok önceden almalısınız. (...) Devlet yardımı, tiyatro bütçelerinin %20 ile %40 oranları arasındadır.
İsrail’in tiyatro geleneği, Rus Yahudiliğine dayanır. Daha Çarlık döneminde büyük bir gelişme göstermiş olan Yiddiş dilindeki tiyatronun en önemli topluluğu olan “Habima”, Moskova’daki kuruluşundan 12 yıl sonra Filistin topraklarına göç eden Rus Yahudileri tarafından 1928 yılında Tel Aviv’e taşınır. 1958’den bu yana “İsrail Milli Tiyatrosu” olarak da anılan ve halen iki sahnesinde faaliyet gösteren Habima’ya bir çeşit “Batı Avrupa tepkisi” olarak Alman göçmenlerince 1944’de kurulan Cameri Tiyatrosu, ülkelerinin sahne ekolündeki “Kammer” (= oda) sözcüğüne dayanan oda tiyatrosu (“Kammerspiele”) türünü başlatır. Dört ayrı sahnesiyle bugün İsrail’in en önemli tiyatrosu konumuna ulaşmış Cameri, özellikle yerel yazarların oyunlarıyla ülkenin kamuoyunu derinden sarsmasını başarmış ve bu yoldan çeşitli düşünce akımlarını da dolaylı olarak etkilemesini bilmiştir. İsrail’in üçüncü büyük repertuar tiyatrosu, iki sahnesi bulunan ve daha çok ticari yapımlara göz kırpan Beith Lessin Tiyatrosu’dur. Demirperde’nin yıkılmasıyla ise İsrail’de yeni bir Rus “perde”si açılır: Yakın çalışma arkadaşlarıyla ülkeye göç eden SSCB’nin önde gelen yönetmenlerinden Yevgeni Arie, 1991 yılında Gesher (= Köprü) Tiyatrosu’nu kurmasının hemen ardından ülke içinde olduğu gibi uluslararası çapta da büyük ilgi ve beğeni kazanır. Tel Aviv’de konuşlanmış ülkenin bu en büyük dört topluluğu ile birlikte Kudüs’teki Khan (= Han), Haifa ve Beer Sheva’dai sahneler, İsrail’in belli başlı repertuar tiyatrolarını oluşturur. Bunların dışında, gene çoğunluğu Tel Aviv’de bulunan yirmiyi aşkın bağımsız küçük tiyatro, ayrıca her yıl düzenlenip büyük yankılar uyandıran Akko Tiyatro Festivali, ülkenin sahne yaşamına değişik renkler katmaktadır.
***
Her yıl olduğu gibi, 27 Mart tüm dünyada “Tiyatro Günü” olarak kutlanıyor. Ben de bu anlamlı tarihi vesile alarak, bu haftaki yazımı tiyatro sanatına ayırmak istedim...
Hiç düşündünüz mü – günümüzün iletişim alanındaki baş döndürücü teknolojik ortamları bir yana, tiyatro belki de en eski iletişim aracıdır! 2500 yıl önceki Antik Yunan Çağı’ndan günümüze kadar, kendi dört duvarı arasında masasının başında bir şeyler karalayan yazar, yapıtını sahneye taşımakla yüzlerce/binlerce/milyonlarca insan ile iletişim kurmuyor mu? Oyuncular aracılığı ile belirli bir olayın canlandırılmasını sağlayıp kâh güldürerek, kâh hüzünlendirerek kendi düşüncelerini paylaşıyor bizlerle. Mesajlarını oyuncuların ağzından iletiyor. Tepkilerimizi uyandırıyor, kışkırtıyor bizleri. Bunu ise aslında son derece “basit” bir yöntemle yapıyor – yaşamı, oyunculara “oynatarak”... Onlar da, kişisel yeteneklerini kullanarak “öyleymiş gibi” yapıyor, konuyu algılamış ve uygun bir biçimde bizlere ileten yönetmenin desteği, düş güçleriyle sanatsal becerilerini birleştiren dekor/kostüm tasarımcılarının katkılarıyla. – İşte size, elektronik veya sanal olmayan, ancak her yanı sanat dolu, gerçek bir iletişim!
Bir adım daha ileriye gidelim, isterseniz... Sizce de tiyatro, tüm sanatları birleştiren bir ortam değil midir? Tiyatro’da öykü var, şiir var, görsel sanatlar (sahne ve giysi tasarımı) var, söylem var, gerektiğinde müzik veya dans, ancak her şekliyle beden ile anlatım var. Tiyatro güldürdüğü kadar hüzülendirebilir, somut biçimde hareketli gösteriler aracılığıyla veya soyut anlamda sadece simgesel olarak... Ancak bence en önemlisi – tiyatro, gösteri bittikten sonra da düşündürür, evinize “bir şeyler” götürmenizi sağlar, eğitir ve de sunduğu nice iletileri sayesinde yönlendirir sizleri...
Bu bağlamda bakınız, yazar/eleştirmen Prof. Zehra İpşiroğlu, benim de üyesi olmakla gurur duyduğum Türk Tiyatro Eleştirmenler Birliği’nin “27 Mart Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildiri”sinde nasıl diyor: “Diyelim ki bir tiyatro yazarı, yönetmeni ya da oyuncuyum. Yaşamın akışındaki acıları, çatışmaları, haksızlıkları yüreğimde hissediyorum. Nefreti, şiddeti, yalanları, hile ve komploları görüyorum. Savaşın, sömürünün, sürgünün, adaletsizliğin, acının, yokluğun yarattığı bir karmaşa içinde yitip gitmek üzereyim. Çaresizlik mi? Hayır, ben tiyatrocuyum ve yaşamı bir yerinden yakalayabilirim, anlamak için çaba harcayabilirim, yaşamı okuyabilirim. (...) Tiyatro, yaşamla arasındaki bu kıl payı kesişmeyi yakalamışsa mucizeler yaratabilir.”
Tiyatro, hayatın bir izdüşümü, bir aynasıdır. Gerçek yaşamda gördüklerimizi, “makro kosmos”da olup bitenleri, “mikro” bir sahnede karşımıza getiriyor. Ve bunu nasıl yapıyor? Canlı biçimde! Bire bir. Hemen karşınızda, yanıbaşınızda. Ne var ki, tiyatro yapanların tümü şunu bilmelidir: Her ne kadar sahnede “rol yapılıyorsa” da, yanlış yapılamaz! Zira –ve hele günümüzün küçük (oda) tiyatrolarında– oyuncu ile neredeyse “soluk yakınlığında”, dirsek temasında bulunan seyirci, yanlışları affetmez. Kısacası, tiyatro özünde bir maske yöntemi uygulamakla birlikte, burada “dublör” yoktur, son yıllarda sinemada yoğunluk kazanmış olan efektler veya yapay ortamlar kullanılmaz. Tiyatro, gerçeğe belki de en yakın olan sanattır!
İsrail halkı, bu konuda oldukça şanslıdır. Gerek çok başarılı ulusal yazarları, gerekse geçmişi uzun yıllara dayanan, ancak yanı sıra birçok genç oluşumu da içeren bir tiyatro ortamına sahiptir, üstelik bu sanatı algılayacak kültürel düzeyde/olgunluktadır. İşte, bu olanaklardan yararlanmak bizim elimizde – belki de bazılarımız için bir başlangıç olabilecek, sevgili Yael Çittone’nin yazdığı, Yakup Barokas dostumuzun yönettiği ve tümü ole hadaş olan değerli gençlerin rol alarak hazırladıkları, “Aliyah” konusunu acı/tatlı ve bazen çok da komik yanlarıyla işleyen, bu yıl içinde sahneye gelecek olan oyunu izleyerek...
***
Prof. Z.İpşiroğlu’nun bildirisinin tümünü okumak isteyenler için: http://www.tiyatrodergisi.com.tr/
***
Bu vesile ile, tüm okurlarımıza hag sameah – sağlık, barış ve uyum içinde...