top of page

Afrikalı sığınmacılar panikte


İsrail’in gündemindeki Afrikalı sığınmacılar konusu toplumda görüş ayrılıklarına yol açtı. Hükümetin son olarak aldığı karar doğrultusunda çoğu Sudanlı ve Eritreli 38 bin sığınmacı ya Ruanda veya Uganda gibi üçüncü bir ülkeye göç edecek ya da ne zaman biteceği belli olmayan bir gözaltı sürecine razı olacaklar. Kimimiz insani duygularla sığınmacıların sınır dışı edilmelerine karşı çıkarken, kimimiz de onların yüzünden ülkede suç oranının arttığını ileri sürüyor hükümetin kararını destekliyoruz.

Hükümetin bu kararı sığınmacılar tarafından tepki ve panikle karşılandı. Yaptıkları protesto gösterilerinde “Ruanda’ya gönderilmek ölüm fermanı” yazılı pankartlar taşıyor, bu anlaşmayı kabul etmek yerine hapse girmeyi tercih ettiklerini haykırıyorlar.

Hükümetin sığınmacılarla ilgili kararının açıklanmasını takip eden günlerde İçişleri Bakanlığına bağlı Nüfus ve Göç İdaresi Başkanı Prof. Shlomo Mor- Yosef’i TV haber programlarında sık sık görür olduk. Çeşitli insan hakları kuruluşları ve dünya çapındaki tıbbi kuruluşlardan meslektaşları da aslında bir tıp adamı olan Mor- Yosef’in vicdanı ile hareket edip bu karara karşı duruşunun ifadesi olarak istifa etmesi için baskı yaptılar.

Afrikalı sığınmacıların gönderilmelerine taraftar olmadığı için bulunduğu konumdan oldukça rahatsız görünen Mor- Yosef, istifa etmeyi aklından geçirdiyse de, vazgeçti. Bu insanların sağlık hizmeti almaları ve sosyal ihtiyaçlarının giderilmesi için görevde kalmasının daha yararlı olacağını düşündü. Çünkü o Hipokrat yemini etmiş, insan hayatı kurtarmayı ilke edinmiş bir hekim olarak olaya insani boyutu ile yaklaşmakta.

Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü Shlomo Mor- Yosef’i seneler önce, Yeruşalayim Hadassa Hastanesinin yöneticiliğini yaptığı yıllarda tanıdım. 2007 yılıydı, özel bir ziyaret için Türkiye’ye gelmişti. Ben de fırsatı kaçırmamış Şalom gazetesini temsilen onunla söyleşi yapmıştım.

Bir yıl öncesinde, Shlomo Mor- Yosef tüm dünya TV ekranlarında görünen bir kişiydi. Çünkü beyin felci geçirmekte olan dönemin başbakanı Ariel Sharon Hadassa’ya yatırılmıştı. Mor-Yosef her gün yerel ve yabancı televizyonlara başbakanın sağlık durumu hakkında bilgi veriyordu. Aslında kameralar karşısında sadece hastanenin sözcülüğünü yapmamış, Sharon’un tedavisini yöneten ekibin başında yer almıştı.

Yaptığımız söyleşide Mor-Yosef, İntifada döneminin güç koşullarında dahi Hadassa bünyesinde Araplarla insani ilişkilerin ve işbirliğinin sürdürüldüğünü anlatmış şöyle demişti: “Dışarıda birbirimizden nefret ederken, birbirimizi öldürürken Hadassa kendini bundan soyutluyor, çatısı altında Araplarla İsrailliler birbirimize destek oluyor, birbirimize dokunuyorduk.”

Hadassa’nın İsrail’in farklı bir imajını sergilediğini şu sözlerle anlatmıştı Mor-Yosef: “Hadassa’ya her gelen, iki ayrı toplum mensuplarının birlikte çalıştıklarına, aynı odada yan yana yattıklarına, Yahudi bir annenin yatak komşusu Arap çocuğun başında nöbet tuttuğuna veya Arap bir annenin Yahudi bir çocuğu kolladığına tanık olur.”

Fas göçmeni bir baba ile nesillerdir bu topraklarda yaşayan Sefarad bir annenin çocuğu olan Shlomo Mor- Yosef’in, söyleşimiz sırasında kendi yaşamına, hayat felsefesine, başına gelen her türlü olumsuzluğa rağmen barışçıl kişiliğine ilişkin söyledikleri aslında İsrail gerçeğini yansıtmaktaydı.

“Kardeşim Kipur savaşında öldü. Eşimin anne ve babası turistik bir seyahat yapmak üzere geçtikleri Mısır’da terör saldırısına uğradılar. Bulundukları otobüse bomba konunca babası öldü, annesi yaralandı. Oğlumuz askerlik görevi sırasında Bet-Lehem’de bulunuyordu. Atılan bir taş gözünü kör etti. Bizler için iki seçenek var: birincisi nefret edip savaşmak… İkincisi ise Hadassa’da yaptığımız türden şeyler yapmak. Yani barış yönünde bir küçük köprü oluşturabilmek.”

Nüfus ve Göç İdaresinin başkanı olarak Shlomo Mor-Yosef İsrail’de yaşanan sığınmacılar konusunda hükümetin aldığı kararı uygulayacak olsa da son ana dek bu kişilerin sağlıklarını, sosyal haklarını gözeteceğinden eminim.

Bazı ABD Yahudi kuruluşları bu insanların ülkeden çıkarılmalarının Yahudi değerleri ile bağdaşmadığını ileri sürdüler, hatta bu durumu İkinci Dünya Savaşı yıllarında dünya ülkelerinin pek çoğunun Nazilerden kaçan Yahudilere kapılarını kapatmaları ile eş tutanlar dahi oldu.

Aslında İsrail yıllar önce ölüm tehlikesi ile Afrika ülkelerinden kaçan sığınmacılara kapılarını açtı, onlara her türlü sosyal hizmeti verdi ve vermeye de devam etmekte. Ancak büyük çoğunluk yasadışı yollardan, Mısır’dan Sina çölünü geçerek, iş bulma amacı sızmış olan Afrikalılar. Sudan ve Eritrelilerin ana yurtlarına dönmeleri tehlike arz ettiği için İsrail hükümeti onları can güvenliğinin bulunduğu bir ülkeye göndermeyi hedefliyor. Bu da büyük olasılıkla onları kabul etmeye hazır görünen Ruanda olacak. Geçtiğimiz yıllarda çok büyük bir soykırıma sahne olmuş, Hutu’ların 900 bin Tutsi’yi öldürdüğü bu ülke şimdilerde sakin görünüyor. Yeniden kurulan köylerde kişi, aile bireylerini yok eden katille komşu oluyor, toprağı yan yana sürüyor, hasadı birlikte topluyor. Ve insanlar artık birbirlerine düşmanlık beslemiyor.

Bu nasıl mı oluyor? Hükümet şöyle bir yöntem bulmuş; insanlar öldürdükleri kişilerin -eğer kaldıysa- yakınlarından özür dileyecekler. Yani; “ben senin tüm yakınlarını boğazladım, ama üzgünüm, özür dilerim” diyor. Bu da kabul görüyor… Afrika ülkelerinin bazılarında demek mantık farklı işliyor.

Dileğimiz, son yıllarda sıkça tanık olduğumuz gibi insanların evlerinden yurtlarından kopup sığınmacı durumuna düşmemeleri, İsrail’i terk etmek zorunda kalacak Afrikalıların gidecekleri yeni bir ülkede can güvenliği endişesi olmaksızın huzurlu bir yaşama kavuşmaları…

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page