top of page

Antisemitizmin dört gerekçesi


Son günlerde özellikle Türiye’deki antisemitizm hakkında birkaç yazı okudum; başta sevgili Nelly Barokas kardeşimin bu portaldaki “Türkiye’miz Yahudi karşıtlığına geçit veriyor” sitemiyle, geçen haftanın Şalom gazetesinde bu yayın organının kuşkusuz en başarılı kalemi Mois Gabay’ın tüm acı gerçekleri tek tek ortaya döktüğü “Yahudi denince aklınıza ne geliyor?” başlıklı yazısını...

Burada ise konuyu birazcık soyutlaştırıp yarı akademik boyutlara öykünerek, antisemitizmin kanımca dört olası “gerekçe”lerini ayıklamak istedim... Bunları, ayrıntılarıyla tarihsel örneklerine çok fazla girmeden, özetle şöyle sıralayabiliriz:

1. “Dinî gerekçe”lere dayanan antisemitizm, özellikle Hristiyanlıktan kaynaklanır ve Yahudilerin İsa’yı çarmıha germiş olduklarını savlar ki, bu olgu 20. Yüzyıl tarihçileri tarafınca doğrulanmamıştır... Ne var ki, Doğu Avrupa Yahudileri hakkında kaleme alınmış bazı araştırmalarda ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi, İsa’nın ölüm günü sayılan Paskalya öncesi Cuma günlerinde, keza doğmuş olduğu kabul edilen Noel bayramı boyunca özellikle Çarlık Rusyası ve Polonya’da Yahudi karşıtı yıkıcı/kıyıcı gösteriler doruğa çıkıp, o dönemlerde sanki “adetten” sayılırdı...

2. “Irkçı/faşist gerekçe”lere dayanan ve zirvesine hiç kuşkusuz Nazi döneminde ulaşmış olan antisemit akım, “soykırım” sözcüğünün doğmasına yol açmış sapık bir ideoloji ile nicelik (altı milyon insan!) ve nitelik (en ekonomik biçimde / en kısa sürede en çok kişiyi aynı anda öldürebilmek dürtüsü!) açısından dünya tarihinde bir “yegânelik” oluşturur... Öte yandan, tarihten ders almamış oldukları anlaşılan kimi Neonazi gruplar nice Avrupa ülkelerinde, dahası ABD’nin de bazı bölgelerinde aynı düşünceleri besleyip yaymaya çalışmaktadır.

3. “Sıradan gerekçeler” olarak tanımladığımız diğer türlü-çeşitli nedenlere dayanan antisemitizm ise, en başta ekonomik ve adi kıskançlık dürtülerinden kaynaklanır: “Yahudi komşum varlıklı, zira başarılıdır – ya ben..?” veya dahası: “Moşe’nin dükkânı müşterilerle dolup taşıyor, bana ise uğrayan yok – oraya bir kibrit mi çaksam?”

Sıraladığımız bu üç “gerekçe”nin ne denli tutarsız ve mantık dışı olduğu tartışma götürmezken, İsrail Devleti’nin kurulduğu 1948 yılından başlamak üzere Yahudi düşmanlığını başka mecralara götüren, özellikle 1967 yılında sınırlarını genişletmesine tepki olarak, değişik bir “anti-izm” doğmuştur. Şöyle ki;

4. İsrail Devleti’ni yeren, varlığını sorgulayan, çoğu kez inkâr etmeye çalışan anti-Siyonizm “gerekçesi”, bunu güdenlerin İsrailli ve Yahudi kavramlarını bir tutmasıyla “çağdaş” olarak tanımlayabileceğimiz bir antisemitizme neden oluyor... Siyasi olan bu dürtü böylece toplumsal bir boyut kazanmış, bu yoldan da küresel terörizme yol açarak dünya barışını tehdit edecek düzeye varmıştır.

İster ilk üç nedenin “demode” olması, ister dördüncüsünün “çağdaş” olarak nitelendirilmesi, kaynaklandıkları “gerekçe”lerin tümünün kökeni aynıdır: Koskocaman bir cehalet!..

İsa’yı, olsa olsa içlerinden ayrıldığı Yahudiler arasından bir kişinin Roma işgal kuvvetlerine ihbar etmesi sonucu “eski” dindaşları değil, Romalılar tarafından çarmıha gerildiğinin bugün Hristiyan dini kurumlar tarafınca kabul edilmesinden öte, bizzat Vatikan da Yahudileri resmen “temize çıkarmış” bulunuyor. Keza, onlara mal edilmiş bulunan “iğneli fıçı” suçlaması, “Siyon Protokolleri”nin veya “Yahudilerin dünya hegemonyası için komplo kurdukları”nın da birer uydurma olduğu, yüzyıllar boyunca kanıtlanmamış iftira yumaklarını oluşturdukları biliniyor. Tüm bunlara karşın, Kuran’ın bazı surelerinde Yahudi karşıtı söylemler yer almakla birlikte İslam’ın bu temel yapıtı, Hristiyanlığın Yahudiliğe yüklemiş olduğu yukarıda sözünü ettiğimiz “kalıtımsal” suçlamaya asla yer vermez. Bu bağlamda, Türkiye’de “dini gerekçeler”e bağlı bir antisemitizmin “kitabi” kökeni yoktur ve bu yola baş vurmaya yeltenen olası din adamlarının, cehaletin de ötesinde hareket edecekleri aşıkârdır!

“Irkçı/faşist gerekçeler”e gelince, bilindiği üzere özellikle Nazi döneminde Türkiye’nin değişik yayın organlarında çıkmış olan – ve sadece Cevat R. Atilhan ve Nihal Atsız’ın değil, Cumhuriyet gazetesinin sahibi/başyazarı Yunus Nadi’nin de kaleminden gelmiş – körükleyici antisemit yazılarının yol açtığı Trakya ve Çanakkale pogromları, Türk Yahudileri tarihinin en kara lekeleridir. Bunlardan öte, “sıradan gerekçeler” arasında görebileceğimiz kıskançlık, hor görme, özetle ekonomik karalama gibi eylemler, Türkiye’nin bazı mizah (?!) dergilerinde çıkmış olan Yahudileri aşağılayacı karikatür ve fıkralar, eninde sonunda Varlık Vergisi, dahası 6/7 Eylül olaylarına kadar gidecek, buradaki kara lekeler ise salt Türkiye’deki Yahudiliğin değil, üç büyük azınlıkların tarihini bir daha silinmeyecek biçimde kirletecekti.

Dini bağnazlığın yanı sıra, ırkçılığın da ne denli ilkel, olsa olsa Ortaçağ zihniyetine uygun bir felsefe olduğunu, günümüzde ise salt ekonomik nedenlerle açıklana(maya)cağını burada belirtmemiz gerekir. Aynı felsefenin İslamofobiye de yol açtığını, Avrupa’daki göçmen sorunuyla körüklendiği, keza ABD’ndeki Ku Klux Klan sapkınlığı ile eşdeğerde tutulması ve hiç bir haklı/adil gerekçeye dayandırılamaması gereği de bilinen gerçeklerdir... Özetle:Antisemitizmin kökenleri, hiç bir sağlam mantığa sığmaz!

Ne var ki, mantık kurallarından yoksun bağnazlık günümüzde de sürüyor... Örneğin, son 1-2 yıl içinde yukarıda değindiğim komplo teorilerini çağrıştıran iki asılsız iddia ortaya atılmıştır. Bunların ilki, İsrail’in Türkiye’ye ihraç ettiği domates tohumlarıyla oradaki tüketicilerin genlerini bozmayı tasarladığı konudaki karalamadır. Ne var ki, bu iddianın ne denli desteksiz olduğu, Türkiye’den İsrail’e sürdürülen domates ihracının hatırı sayılır miktarlarının açıklanmasıyla anlaşılmıştı! Diğer asılsız bir iddia, İsrail devletinin Mescidi Aksa’yı yıkarak onun yerine “Büyük Tapınak”larını inşa etmeyi amaçladıkları şeklindedir!

Bu iki iddia, antisemitizmin İsrail karşıtlığı ile sanki “ikame” edildiğinin en belirgin örneklerinden değil mi? Yoksa burada bir taşla iki kuş mu vurulmak isteniyor acaba?!

Bir, iki, üç derken, böylece Yahudi düşmanlığının dördüncü, “çağdaş” (?!) türüne varmış olduk – ve burada söz biter, şu sonuca varılır: O koskocaman cehaleti ortadan kaldıracak çağdaş bir eğitimin gereksiminine!

Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page