Nedense ilişki denildiğinde, hepimizin aklına öncelikle “flört” gelir. Çıkmak, sevgili ya da aşık olmak, sözlenmek, nişanlanmak, evlenmek. Süreç bu yönde ilerler ve genellikle mutlu sonla biter! Oysaki ilişki dediğimiz şey, iki insanı ya da insan ile hayvanı (hatta makineyi, kurumu, eşyayı, nesneyi…) birbirlerine bağlayan bir etkileşimdir. Yaşantımızın her anında, bu etkileşimin ve dolayısıyla da sonsuz sayıda ilişkinin içinde buluruz kendimizi.
Ben bu köşede sizlere, yeri ve zamanı geldikçe farklı ilişki türlerinden söz etmeye çalışacağım. Sakın yanlış anlaşılmasın; bu işin uzmanı falan değilim, sizlere bir ders ya da öğüt vermek gibi bir niyetim de yok. Son dönemin gözde uzmanlıklarından biri haline gelen “Yaşam Koçu” da olmaya niyetim yok. Ben yalnızca, sohbet tadında bir köşeye imza atmayı ve ilişkilerle ilgili farklı deneyimleri, kesitleri, ilginç bulduğum bilgileri sizlere aktarmayı arzuluyorum. Umarım keyifle okursunuz…
Bu ilk yazımda sizlere en doğal etkileşimle giriş yapmak, bir başka deyişle insanlar ile doğa arasındaki ilişkiden söz etmek istiyorum. İnsan ile doğanın ilişkisi, insanoğlu yeryüzünde belirdiği andan itibaren başlamış olsa da, bu ilişkide doğanın daha köklü bir geçmişe sahip olduğu malum. İnsan kendini bu dünyanın hâkimi olarak görse de, doğaya mecbur olmanın yanısıra, onsuz yaşayamayacağı da apaçık ortada. Oysa doğa, insan var olmadan önce de vardı, yani günün birinde soyumuz tükense bile doğa var olmaya devam edecek – kim bilir, belki daha mutlu bir şekilde.
İnsanlığın ortadan kalkması bilimkurgu gibi görülebilir, ancak uzmanlar insan soyunun yeryüzünden silindiğini varsayarak dünyayı nelerin beklediğini kurgulamışlar. Kurguya göre, insanlığın yok oluşundan saatler sonra dünyadaki bütün ışıklar sönmeye başlayacak. Santrallerin yakıt ihtiyacını sağlayacak kimse olmadığından önce santraller duracak. Yeraltı tünelleri 36 saat sonra suyla dolmaya başlayacak. Nükleer santrallerde üretilen enerji tüketilmeyeceği için reaktörler iki gün içinde kendiliğinden kapanacak. Birkaç hafta sonra dünya derin bir karanlığa gömülecek.
Altı ay sonra kent alanları yabani hayat içermeye başlayacak. İnsanlar yüzünden yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalan vahşi hayvanlar “anayurtlarına” dönmeye başlayacak. Bir sene sonra otoyollar, park alanları ya da asfaltta (kısaca güneş gören her yerde) bitki popülasyonu artmaya başlayacak. Bina duvarlarındaki bitki popülasyonu arttıkça binalar zarar görmeye başlayacak. Doğal süreçler sonucu yangınlar ve seller olmaya başlayacak. Bu durum, ortaya azot çıkmasını sağlayacak ve bundan beslenen bitkiler yönetimi ele geçirmeye başlayacak. Yıllar boyunca bu değişim süregelecek… Araştırmanın tamamına ne yazık ki burada yer veremiyorum, ancak merak edenler www.youtube.com/watch?v=LCBSmfMPnl8 adresine göz atabilirler.
Demem o ki, her ilişki gibi doğa ile insan arasındaki etkileşim de son derece özen ve hoşgörü gerektirir. Aksi takdirde birbirlerine zarar vermeye, hatta yok etmeye başlarlar. Bir arada, uyum ve huzur içinde yaşamak varken, birbirimizi boş yere kırarsak geri dönüşü olmayan hasarlara yol açarız. Unutmayın ki, sular yükselince, balıklar karıncaları, sular çekilince de karıncalar balıkları yer…
Saygı ve sevgiyle kalın,