Dün gibi hatırlıyorum, yaş yirmi iki, hocam/patronum Doç.Dr.Salamon Kaneti’nin (daha ne Prof. ne de Selim idi) verdiği dilekçeleri daktiloda yazıyorum. Eyvah!.. Karbon kâğıdını ters koymuşum, hadi baştan, bulduk gece yarısını… Ortağı, kuzenim Av.Sabi Ruso elektrikli daktilosuna dokundurmazdı ki, daha yeni alınmıştı. Faksın satın alınması ile de yazıları şuraya, buraya taşımaktan kurtulduk. Şalom gazetesinde de galiba seksenli yılların sonuna kadar ya Kemal, ya da Hasan çoğu kez elde yazılan yazıları toparlar getirirlerdi.
O günden bu güne çok sular aktı. İletişim alanında inanılmaz bir değişim yaşandı ve yaşanıyor. ABD’de bir istatistiğe göre her çocuk yazdığı mesajlarla ortalama günde bin sözcük gönderiyor. Bu oran Japonya, Taiwan, İsrail gibi teknolojinin ileri olduğu ülkelerde de çok yüksek. Oysa Doğu Avrupa ülkelerinde, metroda yine de kitap okuyanlara rastlamak mümkün. Gençler cep telefonlarının daha az esiri durumundalar.
Ne yazık ki bu yeni trend sonucunda tüm dünyada, yeni kuşak gençler düzgün konuşmayı unutuyorlar, hatta konuşmuyorlar da. İletişim kurmada sözcüklerin yerini kısaltmalar, emojiler tutmaya başladı. Mesajlarda kullanılan bu dil günlük lisanı da etkiliyor, çok süratli konuşan (y) ve (z) kuşağı ile 1965-1979 yılları arasında doğan (x) kuşağı arasında bile bir kopukluk, bir farklılık var. 1999-2018 yılları arasında dünyaya gelen (y) kuşağı sosyalleşme kavramının tarih olduğu ve teknolojiye kurban edildiği bir nesil. Kişi karşısındakine sevdiğini söyleyeceğine, ona kalp veya gözleri kalbe dönüşmüş bir surat göndermeyi tercih ediyor. Yani duyguları da ifade etme şekli değişti.
Artık maillere de daha az bakılır oldu, iş hayatı dışında çok az okunuyorlar. Her gün ‘delate’ butonuna basıp sayısız gönderiyi okumadan çöp kutusuna gönderiyoruz. Üst düzey yöneticiler ise ya hiç okumuyorlar, ya asistanları okuyor. Acil bir konuyu süratle iletmenin yolu mail göndermek değil, whatsapp’dan mesaj atmak.
Facebook başlangıçta insanlar arasındaki mesafeleri kaldıran, yakınlaştıran bir iletişim imkânı olarak görüldü. Dostlarımızı yıllar sonra yeniden bulmanın mutluluğunu yaşıyor, onların izini sürebiliyorduk. Gönderilen okul fotoğrafları, yeniden oluşturulan gruplar, kimi zaman da bu sayede düzenlenen buluşma günleri… Aradan kırk yıl geçtikten sonra “aaa, vallahi hiç değişmemişsin!” demeler…
Kimi ise Facebook’u bir reklam aracı veya egosunu giderme ortamı olarak kullanmakta. Sevdiklerimizi görmek, mutluluklarını, başarılarını paylaşmak, komşularımızı bile tanımadığımız günümüz yaşantısında azımsanamaz sosyal bir kazanım. Ancak yediğimiz her yemeği, gittiğimiz her lokantayı, çıktığımız her seyahati paylaşmak biraz ‘exibitionizm’ (teşhircilik) olmuyor mu?
Gerçekte Facebook insanlar arası uzaklıkları kaldıran bir iletişim aracı olmaktan çok, insanlar arasında mesafeleri artıran bir iletişim aracına dönüşebiliyor. Aynı görüşü, aynı kültürü veya yaşam seviyesini paylaşan insanları bir araya getirerek diğer insanlardan soyutlayan bir işlev de görmekte. Kendi sanal gettomuzda bizim gibi olmayanlardan iyice kopuyoruz.
Ancak sanal ortamın iletişim araçlarının olumsuz yönlerinin yanı sıra, özgürlüklerin sınırlandığı ülkelerde görüntülü yayınlar, tweet’ler sayesinde sosyal medyanın çok önemli bir iletişim görevi gördüğü de unutulmamalı. Arap ülkelerinde sonu hüsran ile sonuçlandıysa bile internet ‘Arap baharının’ ivme kazanmasında büyük rol oynadı. Özellikle sosyal paylaşım siteleri Facebook, Twitter, Mısır ve Tunus’ta kitlelerin kısa süre içinde örgütlenmesini ve devrim hareketlerinin hız kazanmasını sağladı. Türkiye’de de Gezi olayları sırasında ve sonrasında YouTube ve Twitter’e yasak getirilmesinin de nedeni buydu.
Son zamanlarda ise siyasiler mesajlarını twitter üzerinden verir oldular. Kısa soğuk sözcükler diyalogun, karşılıklı görüş alışverişinin esnekliğini yok etti. Bunun en belirgin örneği de koca ABD Başkanı Donald Trump…
Neredeyse, büyük, küçük birbirimizle konuşamaz, duygularımızı paylaşamaz, karşı karşıya gelemez, sevgimizi iletemez olduk.