Son yıllarda Türkiye’de siyasi İslam’ın yükselmeye başlaması ile bu defa vatandaşlık kavramı halk zihninde Müslümanlık ile özdeşleştirilmiş ve bir kez daha gayrimüslimler yabancı olarak görülmüşlerdir. Geniş toplum Müslüman olmayanı yabancı olarak telakki etmiştir.
Bir kamuoyu araştırmasında; “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak için ne şarttır, ne değildir?” sorusuna AKP seçmeninin yüzde 63’ü “Müslüman olmak”, MHP’nin ise yüzde 55’i “Etnik kökeni Türk olmak” şıklarını vurgulamıştır..
500. Yıl Vakfının ‘misafir’ ve ‘hoşgörü’ söylemi ile büyüyen Yahudi genç kuşağı, ‘one minute’ ile başlayan ve ‘Mavi Marmara’ krizi ile zirveye tırmanan İsrail aleyhtarlığının Yahudi düşmanlığına da dönüşmesi sonucu oldukça sarsıldı. İlk tepki; “İsrail’in eylemlerinden biz niye sorumlu tutuluyoruz?”, “Biz İsrail vatandaşı değil, Türk’üz” şeklinde oldu.
Gerçekten eşit Türk vatandaşlığı konusunda en ufak bir tereddüdü bulunmayan, kendini yüzde yüz Türk hisseden ve önceki kuşağın çekince ve deneyimlerini yaşamamış olan bu nesil ansızın kimlik bunalımına girdi.
Bu defa savunma mekanizması olarak, Yahudilerin Osmanlı döneminde vatanın korunması için şehitler verdiği, her daim vergisini, askerlik görevini yapan, ülkesini seven yurttaşlar oldukları vurgulandı. Şiar şuydu; “Biz Türk’üz ve Türk olmaktan gurur duyuyoruz. Biz bu vatanın beş yüz yıllık asli unsurlarıyız.”
Nitekim Edirne Sinagogu’nun açılış töreninde yaptığı konuşmada Yahudi Toplumu Başkanı İshak İbrahimzadeh şöyle demekteydi: “Maalesef (…) Yahudiliği vatanımızın düşmanı, bizleri de toplumun bilinçaltlarına vatan haini olarak gösteren söylemler karşısında her seferinde kendimizi bu vatanın sadık ve faydalı vatandaşları olduğumuz açıklamaları yapmak zorunda hissetmişiz.”
Oysa sokaktaki insan Yahudi’yi tanımıyor. Her ne kadar o; ısrarla, inançla; “ben Türk’üm!..” diyorsa da onu yabancı, hatta İsrailli görmeye devam ediyor. 23 Aralık 2013 tarihinde kaleme aldığım “Farklı değiliz, yabancı değiliz..” başlıklı yazımdan bir bölüm aktaracağım:
“Apartmanımızın altındaki garajcı ile yedi yıldır tanışırım ve oldukça içli dışlıyız. Geçen bayram tatilinde aramızda şöyle bir sohbet geçti:
-Bak karşı apartmanda da İsrailli bir aile oturuyor.
-Nasıl yani, İsrail’de mi oturuyorlar?
-Yok, orada akrabaları var bayramlarda sık sık ziyarete giderler.
-Mahmut sen Yahudi ile İsrailliyi karıştırdın, o da senin gibi bu ülkede doğdu, bu ülkenin vatandaşı. Sadece dininiz farklı…
-Tabi ya… O da Edirne’de doğmuş zaten. Sizden iyi olmasın çok beyefendi bir adam…”
Mahmut; “Farklı Kimliklere ve Yahudiliğe Bakış Araştırması”nın değerlendirmelerine göre, Türk toplumunda, çevresinde Yahudi tanımış yüzde 10’luk oranın içinde yer alıyordu. Oysa Yahudi ile İsrailli arasındaki ayırımın ayırtına varamamış, Türk Yahudi’sini ‘öteki’ olarak algılamayı sürdürmekteydi.
Ben Anayasada teminat altına alınan Tük vatandaşı olmanın doğal bir sonucu olarak, “Türk Yahudi’si” deyimi yerine fiiliyatta halkın büyük bir çoğunluğu tarafından yabancı olarak nitelendirilmelerinden ve toplumun genelinde bu yönde bir algı hâkim olduğundan Türkiye’de yaşayan Yahudiler için, “Türkiyeli Yahudi” deyimini kullanmayı yeğlemekteyim. Çünkü yasalar değil, filli durum önem taşımaktadır.
Gelecek hafta konu ile bağlantılı olarak; “Turki mi, İsrailli mi?” konusunu irdeleyeceğim.