
Yom HaShoah, İsrail’in Holokost Anma Günü’dür. Bu yıl Yom HaShoah, 23 Nisan akşamı gün batımından 24 Nisan akşamı gün batımına kadar anılacaktır.
Ülke genelinde anma etkinliklerinin en önemlisi İsrail’in Ulusal Holokost Anıtı olan Yad Vashem’de gerçekleşecek. Bu törende, Devlet Başkanı ve Başbakan birer konuşma yapacaklar, Holokost Mağdurları için altı meşale yakılacaktır. Bu meşaleler altı milyon ölen Yahudi'yi simgelemektedir.
Ülke genelinde her okul, askeri üss, kasaba, şehir, kamu kurumu Yom HaShoah’ı anmak için bir tören düzenler. Ülkenin dört bir yanında, saat 10:00'da siren çalacak. Bu siren, aynı zamanda düşen İsrailli askerlerin anma günü olan Yom Hazikaron'da da çalmaktadır.
Holokost Anma Günü’nün akşamı veya kendisi günü, eğlenti mekanlarının açılması yasakltır ve ülkenin ruh hali bu süreçte dramatik bir şekilde değişir. Bu yıl Holokost’un acısı 7 Ekim’de yitirilen canların ve halen dönmeyen rehinelerin acısı ile birleşmektedir.

(Yazarı sesli dinlemek için tıklayınız)
tiğimiz Pazartesi (14 Nisan 2025) akşamı Londra’nın siyaseten merkezinde yürüyorum. Solumda Birleşik Krallık Parlamentosu (yapım 1840-1870) ve Big Ben saat kulesi (1843-1859), sağımda bakanlıklar ve başbakanlık (10 Downing Street - 1684). Yüksek Mahkeme binasının (1808) önünden kıvrılıp, hemen arkasında Westminster Methodist Central Hall’un (1912) önünde kuyruğa giriyorum. Henüz etkinliğin başlamasına bir saat var fakat yüzlerce katılımcı heyecanla bekliyorlar. Girişte biletler gösteriliyor, çantalar açılıyor.
Girdiğim dev binanın birinci katında büyük bir hol, ikinci ve üçüncü katlar ise neredeyse dikine yükselen balkonlara açılıyor. İnsanın nefesini kesen muhteşem bir kubbenin hakim olduğu arena misali konferans salonu 2000’den fazla izleyicisinin sessiz kalmasını bekliyor.
19.35’de etraf sakinleşiyor ve sahneye etkinliği düzenleyen The Spectator dergisinin (kuruluş 1828) genel yayın yönetmeni Michael Gove çıkıyor. Gove 2010-2024 döneminde birçok bakanlık yüklenmiş deneyimli bir politikacı ve şimdi de medya yöneticisi.
Kısa bir girizgahtan sonra Gove gecenin yıldız konuşmacısını davet ediyor. Douglas Murray sahneye yürüdüğünde 2000 kişinin ayakta alkışları ve tezahüratı daracık koltuğumu ve hatta balkonu hafiften titretiyor.
Kim bu Douglas Murray? Bu geceye katılanlar tarafından fevkalade rağbet görüyor ve seviliyor fakat başka ortamlarda nefret ediliyor ve aşağılanıyor. Yeni çıkan kitabı “Demokrasiler ve Ölüm Kültleri Üzerine” (On Democracies and Death Cults) NewYork ve Londra’da çok satanlar listesinde fakat Avrupa’nın bazı başkentlerindeki kitapçılarda bulundurulmuyor. İsrail’de görenler boynuna sarılıyor fakat Türkiye’ye gelmesi istenmiyor.
Murray cesur bir gazeteci ve yazar. Son 18 ayının önemli bir kesimininde Ukrayna cephelerinde bulunmuş, Hamas’ın saldırısına uğrayan Gazze’ye komşu köylerde tanıklık yapmış ve buralardan edindiği izlenimleri Batı kamuoyunu dürtmek, uyarmak ve harekete geçirmek için kaleme alıyor, konuşuyor, makaleler ve kitaplar yazıyor.
Son eserinin ana teması, Murray’in anlatımıyla: İsrail-Hamas savaşının bir yanında ölümü yücelten, şehadeti arzu eden ve çocuklarını cihat için eğiten bir ortam varken, öte yanda hayatı kutsayan ve çocuklarını roketlerden korumak için sığınak inşa eden bir yapı var. Hangisi diğerine galip gelecek?
Murray’e göre 7 Ekim saldırısının hemen sonrasında Batı’nın kentlerinde, basınında ve üniversitelerinde başgösteren Hamas taraftarlığı ve İsrail düşmanlığı yolunu yordamını kaybeden bir kuşağın hezeyanları. Kendi vatandaşı oldukları devletleri tahakküm eden, geri kalmış milletleri de acınacak ve sömürüye uğramış toplumlar olarak betimleyen bir yaklaşımın kurbanları. Sözde iki kutup var: Ya sömürü tarafındasın, ya da baskıya uğrayanları savunmalısın. Detaylara girmeye gerek yok.
Son 10 yılda İngiltere’de birçok okul, adlarını taşıdıkları kişiler 200 yıl önce esir ticareti yaptılar diye ünvanlarını değiştirdiler, imparatorluğun önde gelen komutanlarının heykelleri kaldırıldı, siyahilere karşı ırkçılık her futbol maçından önce oyunculara diz çöktürdü. Bazı çevrelerde İngiliz kültürüne ve tarihine husumet aldı başını yürüdü. “Bugün savaş olsa ülkeniz için canınızı verir misiniz” sorusuna gençlerin çoğunluğu “hayır” cevabı verdiler.
Murray bu tutumun arkasında Batı’da 80 yıllık barış döneminin rehavetini, vurdum duymazlığını ve yaklaşan tehlikeyi görme acizliği gözlemliyor. Bu açılardan İsrail toplumunun dirayetini, büyük yenilgiden sıyrılma ve yükselme kararlılığını, yaşama tutunma gayretini takdir ediyor.
Murray’nin derdi İngilizce konuşan ulusları Ortadoğu’daki savaşın gerçek anlamına dikkat çekmek. “Senin değerlerini orada kaybedersen, yarın burada da kaybedersin”.
Douglas Murray’ın Batı’daki profili bir hayli yükseldi son yıllarda. Giderek daha çok dinleniyor, okunuyor ve izleniyor. Gazze ölümleri yüzünden İsrail’in çok sarsılan imajını bir nebze dahi olsa düzeltebilir mi? Kompleks meseleleri sade bir dille okuruna anlatabilir mi? İkna eder mi?
Bunu Yahudilerin veya İsrail’lilerin yapmaları daha güç, hemen damga yerler. Fakat mükemmel Oxford eğitiminden geçmiş, kıvrak İngilizcesiyle espriler yapan, savaş alanlarına girmekten korkmayan ve sahada hiç bulunmamış olanlara nispetle derin tarih ve askerlik bilgilerine sahip bir “goy” un (Yahudi olmayan kişi) anlatımı çok daha etkin
Ralf ARDİTTİ
IYT dip not :
İfade edilen görüşler İYT web portalının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Yazarların düşünceleri sadece kendilerini bağlar.


Bondi Chakım dostum bu haftaki yazısında; “İsrael toplumunun büyük kısmını, yakınlarımı ve dostlarımın pek çoğunu da karşıma almak pahasına da olsa” diyerek bizlere rehineler konusunda madalyonun öteki yüzünü, ‘durumun stratejik yönünü’ gözler önüne sermeye çalıştı.
İlkin sevgili Bondi, körü körüne görüşlerine bağlı olan, bağnaz bir kitlenin dışında, medeni düzeyde her görüşün savunulabileceğine inanıyorum. Gönül isterdi ki, ülke genelinde de kamplaşmadan veya farklı politik inançlara rağmen tam bir olgunluk içinde bu yapılabilseydi. Düşünce özgürlüğü ve demokrasinin temel ilkesi, görüşlerin her forumda serbestçe ve baskı altında olmadan savunulabilmesidir.
Evet, İsrael’de toplumun yüzde yetmişi rehinelerin şartlar ve bedel ne olursa olsun hepsinin birlikte şimdi, evlerine geri gelmelerini istiyor. Bunun için rehine yakınları, hayatta veya değil, 59 rehinenin serbest bırakılması için 563 gündür meydanlarda toplanıyor, acılarını haykırıyor, denenebilecek her yolu deniyor. Madalyonun ön yüzü bu. Yahudilik yaşamı kutsar.
“İsrael’in İkilemi” başlıklı yazıda not olarak bu yazının Başbakan Netanyahu’nun Cumartesi akşamki deklarasyonundan önce kaleme alındığı belirtilmiş.
Başbakan ne dedi? Netanyahu 19 Nisan 2025 Cumartesi akşamı yayınladığı video mesajında, İsrael’in “varoluşu” için savaşmaya devam etmekten başka seçeneği olmadığını, askeri baskının 59 rehinenin serbest bırakılmasını sağlayacağını, uluslararası baskılara rağmen Hamas’ın tamamen yok edilmesine ve “mutlak zafere” kadar askeri operasyonların sürdürüleceğini, Hamas’ın rehinelerin iadesi için ileri sürdüğü savaşın sonlandırılması koşulunun kabul edilmeyeceğini belirtti.
Görüşmeler kesildiğinden bu yana bir buçuk ayı aşkın bir süredir askeri baskının bir sonuç vermediğini görüyoruz. “Mutlak zafer” bir buçuk yıldır dile getirilen boş bir slogan. Gazze’nin yüzde sekseni harabe halinde, Hamas’ın büyük ölçüde askeri gücünü yitirdiği görülüyor. Hamas’ın elinde kalan tek silah rehineler. Savaşın başından itibaren “sonraki gün” konusunda bir karar verilmemiş olması bugünkü belirsizlik ve kaos ortamını getirdi. Gazze’de Hamas yönetimine son verilemedi. İnsani yardımların Gazze’ye girmesinin daha bir süre önlenmesi kanımca Filistinlilerin Hamas’a karşı başlatıkları ayaklanmayı güçlendirecek ve Hamas iktidarı sona erecektir.
Askeri yorumcular, ateşkes anlaşmasına rağmen İsrael Lübnan’da Hizbullah’ın silahlanma girişimlerini nasıl önlüyorsa, aynı stratejinin Gazze için de geçerli olacağını belirtiyorlar. Rehineler geri alındıktan sonra savaş sonlandırılsa bile hiçbir uluslararası taahhüt en ufak bir ihlalde İsrael’in yeniden Gazze’ye girmesini önleyemez kanısındayım.
Bondi Chakım, yazısında rehineler konusunda Hamas’ın şartlarının kabulü ve İsrael ordusunun Gazze’den çekilmesi durumunda Hamas’ın tarihte ilk defa İsrael’i alteden İslami bir güç olarak gözükeceğini, bunun diğer köktendinci terör örgütleriyle İran’ı İsrael’e karşı savaşmaya teşvik edebileceğini ve “Siyonist İsrael”i yok etme hedefinden vazgeçmeyecek olan Hamas’ın eninde sonunda yeni bir saldırı düzenleyeceğini ifade ediyor. (Aşağıda linkten yazıyı okuyabilirsiniz.)
7 Ekim’de olan olmuştur, bizleri koruması gereken ordu görevini yerine getirememiştir. Ancak sonrasında olağanüstü başarılara imza atarak gerek İran’a gerekse tüm dünyaya gücünü göstermiştir. Bu bakımdan dostumun endişelerine katılmıyorum. Ancak ben de “İsrael’in Gazze’yi ele geçirip yönetmesine hiç taraftar değilim”. Keza “bünyesinde bazı aşırı sağcı unsurlar barındıran bu hükümetin” farklı çözümler üretemeyeceği görüşüne de katılıyorum.
Peki ne olacak? Rehinelerin kurtarılmaları için dua edecek, bir mucizenin gerçekleşmesini mi bekleyeceğiz? Demokrasi halkın iradesinin üstünlüğünü kabul eder. Halkın, yüzde yetmişi rehinelerin ne pahasına olsun serbest bırakılmalarını istiyorsa sonunda bu olacaktır… Umalım geç kalınmış olunmasın…
Av. Yakup BAROKAS
IYT dip not :
İfade edilen görüşler İYT web portalının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Yazarların düşünceleri sadece kendilerini bağlar.
